Antakya kraliçesinden birinin çocuğunu büyücü bir kadın kaçırır. Kaçırılan çocuğu Habib Naccar dağında bir mağarada alı kor.Çocuk ve annesi sürekli ağlamış. Çocuk okadar ağlamışki gözyaşlarıyla bir havuz bile doldururmuş.Büyücü kadın ktraliçeye haftada bir gün çocuğunum emzirmek için müsaade etmiş.Kraliçenin sütü okadar çoğalmış ki mağaranın dışına taşmıış.Çeveede yaşayan halk kaplarını bu akan sütten doldururmuş.
Aradan yıllar gçmiş burada bir su kaynağu bulunmuş. Anne sütü kadar lezetli olan bu suya zamanla süt pınarı adı verilmiş. Sütü gelmeyen anneler oraya gider, derdine dava arardı. Âşıklar Suyundan saadete ermek için içerleredi, Halk bu suya öylesine inanmışlardı ki, Ömer Ağa karar verdi bu suyu ihya etmeye.
Pınar Ömer Ağa’nın evinin köşesine yapıldı. Çeşmenin üzerinede bir sır odası yapıldı. Her Cuma günü dertliler sır odasına altına gelir su içmeden getirdiği bir nal çivisini taşların arasına çakarak niyetini tekrar ederdi. Ömer Ağa çivi sesini duyunca bir delikten bakar derdine derman olurdu. Buraya her çeşit insan gelir çiviyi çakar dileklerini yapar giderdi. Günler böyle geçip giderken Ömer Ağa rahmetli oldu fakat kurduğu mekanizma asırlar boyu çalıştı.
Yavuz Sultan Selim tarafından Antakyaya gönderilen ilk SubaşısıdırÖmer AĞA görevde bulunduğu sırada, Antakya’da Birçok hizmetler yapmıştır. Habib Neccar cami karşısında “Zincirli medreseyi” kurdu. Yanında bir İmarethane yaptırdı. Şehirde kadınlara, Erkeklere ve kimsesizler için sığınma evleri yaptırdı.
Ömer Ağa Antakya şehri fethedildiği sırada tayin olunan ilk TÜRK SUBAŞISIDIR. Yavuz Sultan Selim Mısır seferine giderken Antakya yavuza kafa tutmuş ve kapılarını açmamıştır. Yavuz’da sefer dönüşü bunun hesabını verirsiniz deyip “Geçme namert köprüsünden ko aparatsın su seni” diyerek Halep üzerinden sefere devam etmiştir. Sefer dönüşü şehir halkından ileri gelenler Antakya’nın anahtarını Halep’e kadar gidip Sultana takdim etmişlerdir.
Sultanda has kullarından biri olan Ömer Ağa’yı subaşı olarak Antakya’ya göndermiştir. Ömer Ağa Antakya’ya gönderilen ilk Türk valisidir. Antakya kendiliğinden teslim olmuş ancak halkın gönülleri fethedilmemiş idi. Bu ağır görevi de Ömer Ağa’nın Türk idareciliği, Türk zekâsı sonucu, halkın sevgisini ve gönlünü kazanmıştır.
Ömer AĞA görevde bulunduğu sırada, Antakya’da Birçok hizmetler yapmıştır. Habib Naccar cami karşısında “Zincirli medreseyi” kurdu. Yanında bir İmaret hane yaptırdı. Şehirde kadınlara, Erkeklere ve kimsesizler için sığınma evleri yaptırdı. Dağ eteğinde asırlardır Antakyalıların inandığı bir şifalı su vardı “SÜT PINARI” sütü gelmeyen anneler oraya gider, dertliler derdine dava arardı. Aşıklar içince suyundan saadete ererlerdi. Halk bu suya öylesine inanmışlardı.
Ömer Ağa karar verdi bu suyu ihya edecekti. Pınar Ömer Ağa’nın evinin köşesine yapıldı. Üzerine de bir sır odası yapıldı. Her Cuma günü dertliler sır odasına altına gelir su içmeden getirdiği bir nal çivisini taşların arasına çakarak niyetini tekrar ederdi. Ömer Ağa çivi sesini duyunca bir delikten bakar derdine derman olurdu. Buraya her çeşit insan gelir çiviyi çakar şikâyetini yapar giderdi. Günler böyle geçip giderken Ömer Ağa rahmetli oldu fakat kurduğu mekanizma asırlar boyu çalıştı.
Ömer Ağa’nın da bir derdi vardı ki kimse ona çare bulamıyordu. Oğlu yoktu Bu eksiklik onu günden güne mahvetmekte idi. Bir gün bir Yahudi falına baktı. Gökte kocaman bir kuyruklu yıldız görüldüğünde bir erkek çocuğunun olacağı söylendi. Antakya semaları bir kuyruklu yıldız görüldü ve bir oğlu oldu Adını DAVUT koydu (Davud Antaki). Davut küçük yaşta felç oldu ve gözleri kör oldu. Çocuk her gün Zincirli medreseye getirilerek gelen geçenlerden medet bekleniyordu. Bir gün Şeyh Muhammed Şerif adın da bir zat medreseye geldi. Ömer Ağa’nın oğlunu tedavi için bir süre Antakya’da kaldı. Ona bir arkadaş buldu. Bu Harbiye de bulunan Yusuf idi (Şeyh Yusuf El Hekim). Davut büyüdü birçok eser sahibi oldu. Kitapları yirminci aşıra kadar Eser Tıp külliyesinde okutuldu.
Davud’un hekimlik şöhreti dört bir tarafa yayılmış. Medreseye o kadar hasta gelmeye başlamış ki hepsine yetişemez olmuş. Zincirli medresede odasına kapanmış. her gelen hastanın da zinciri sallamasını istemiş. Zincirin sallanmasından hastalara teşhis koyup ilacını gönderirmiş.
Halk Davud’un hastalara teşhiste aciz kaldığına hükmederek, onu imtihan etmeye kalkarlar. Aç bir kedi bulup zincire bağlarlar. Davut içerden bağırmış; Kediye sıçan eti yedirin, sıçan eti yedirin.