Bir yazar niye susar? Ya da neden yazmak istemez? Esasen sorulması gereken soru şu: Bir âlim neden susar? Ne zaman susar; görevi her zaman hakkın tarafından olmak, batıla dur demek değil midir? Bunu engelleyen şey nedir?
Son dönemde peş peşe gelişen olaylar büyük travmalar yaşatıyor, fakat herkes susuyor. Bize gelince Fuzuli’nin beytinde olduğu gibi, “Sussam gönül razı değil, söylesem hükmü yok”.
Tarafsız olmaya çalışıyoruz, Allah’tan korkmaya çalışıyoruz, İslam ahlakı üzere olmaya çalışıyoruz ve kardeş bildiklerimizi hak için uyarıyoruz.
Ne desek ne yapsak bazı insanlarca tarafgirlik olarak kabul ediliyor. Bütün haklı söylemlerimiz, saldırı gibi algılanıyor, her cümle her söz her davranış. Taassubun karanlık dehlizlerinde olan bir güruh ile karşı karşıyayız.
Doğruyu söyleyince dokuz köyden kovuluyoruz. İnsanların söylediklerinden levmetelâim (kınayanların kınamasından) korkmadan ahdimize sadık kalmak istiyoruz.
Her şeye rencide edilmeye, kınanmaya, sövülmeye rağmen belki birilerine tesri eder diye yazıyoruz, konuşuyoruz fakat muhataplarımızda hiç etkisini görmüyoruz.
Mehmet Akif’in dediği gibi;
“Ağlarım ağlatamam, hissederim söyleyemem
Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım”.
***
İcra makamında değiliz ki bilip söylediklerimizin bir anlamı olsun. Elimizden gelen tek şey olan tavsiyelerimize ise kulak kabartılmıyor.
Bizi kabul edenler, yazılarımızı beğenen alkışlayanlar yok mu? Var ama bunların zaten kendilerinde de işlerin yanlış gittiğine dair bir fikir bir farkındalık mevcut, dün neyi bilip inanıyorlarsa bugün de aynı istikamet üzerinde olduklarını görüyoruz. Dünkü bizim Harun’lar, bugün de Harun.
Bilindiği üzere Karun Müslüman’dı. Ama dünkü Karun’lara nasıl Hz. Musa’nın sözü tesir etmediyse bugün de Hz. Muhammed’in yolundan gidenlerin bugünkü Karun’lara sözü tesir etmiyor.
Sayımız ne artıyor ne de azalıyor. Ne kendi taraftarımızda azalma var, ne de karşı tarafta yer alan kardeş bildiklerimizde.
Müslüman ahlakı gereği Allah’ın vermediklerine hamd, verdiklerine ise şükrediyoruz. Fakat ümmet için İslam için ve vatan için daha güzeli olamaz mıydı diye sormaktan kendimizi alamıyoruz.
Bu nedenle bulunduğumuz yerden memnun değiliz. Zira memnun olmamanın çözümün ve gelişmenin ilk basamağı” olduğunu düşünüyoruz. Daha iyisi olabileceğinin farkındayız.
Konformist davranıp her şeyin süt liman havasında olduğunu düşünenlere inat, gerçeğin farkındayız. Muhatabın da bu gerçeği bildiğini tahmin etsek de hatta offtherecord görüşmelerde, kapalı kapılar arkasındaki muhabbetlerde bizden daha fazla şikâyetçi olunduğuna şahit olsak da hakikat; “aman başkası duymasın”a gelince bir anda değişiyor. Biz de münafıkça yaşamayalım deyip mümince bildiğimizi haykırıyoruz. Sonuçta kötü biz oluyoruz.
Onurlu bir insan niye böyle davranır? Sebeplerini; kazanımları kaybetmemek, menfaat, bazı korkular gibi sıralayabiliriz.
***
Bir düşünür: “Hastalıklı bir topluma uyum sağlamak demek, sağlıklı olmak demek değildir” derken tam da bizim derdimize tercüman olmuştur.
Ekonomik anlamda son zamanlardaki ciddi sıkıntılar artık cebe dokunduğundan muhataplarda bir hayıflanma görülse de neticede çok şeyin değişmeyeceği anlaşılıyor, biz yine de bekleyip göreceğiz.
Biz kimseye düşmanlık yapmıyoruz. Aksine ‘iyiliği emredip kötülüklerden nehyetmek’ emrine
Uyarak tebliğ vazifemizi yapıyoruz ki kıyamet günü yakamıza yapışıp “neden uyarmadınız!”“niçin sustunuz?” demesinler.
Allah’a karşı mazeretimiz olsun diye hâlâ susmuyor, konuşuyoruz. “Hani onlardan bir topluluk demişti ki: ‘Siz, Allah’ın helâk edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?’ Onlar da, ‘Rabbinize bir mazeret beyan etmek için, birde belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)’ demişlerdi” (Araf 164).
Son dönemde peş peşe gelişen olaylar büyük travmalar yaşatıyor, fakat herkes susuyor. Bize gelince Fuzuli’nin beytinde olduğu gibi, “Sussam gönül razı değil, söylesem hükmü yok”.
Tarafsız olmaya çalışıyoruz, Allah’tan korkmaya çalışıyoruz, İslam ahlakı üzere olmaya çalışıyoruz ve kardeş bildiklerimizi hak için uyarıyoruz.
Ne desek ne yapsak bazı insanlarca tarafgirlik olarak kabul ediliyor. Bütün haklı söylemlerimiz, saldırı gibi algılanıyor, her cümle her söz her davranış. Taassubun karanlık dehlizlerinde olan bir güruh ile karşı karşıyayız.
Doğruyu söyleyince dokuz köyden kovuluyoruz. İnsanların söylediklerinden levmetelâim (kınayanların kınamasından) korkmadan ahdimize sadık kalmak istiyoruz.
Her şeye rencide edilmeye, kınanmaya, sövülmeye rağmen belki birilerine tesri eder diye yazıyoruz, konuşuyoruz fakat muhataplarımızda hiç etkisini görmüyoruz.
Mehmet Akif’in dediği gibi;
“Ağlarım ağlatamam, hissederim söyleyemem
Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım”.
***
İcra makamında değiliz ki bilip söylediklerimizin bir anlamı olsun. Elimizden gelen tek şey olan tavsiyelerimize ise kulak kabartılmıyor.
Bizi kabul edenler, yazılarımızı beğenen alkışlayanlar yok mu? Var ama bunların zaten kendilerinde de işlerin yanlış gittiğine dair bir fikir bir farkındalık mevcut, dün neyi bilip inanıyorlarsa bugün de aynı istikamet üzerinde olduklarını görüyoruz. Dünkü bizim Harun’lar, bugün de Harun.
Bilindiği üzere Karun Müslüman’dı. Ama dünkü Karun’lara nasıl Hz. Musa’nın sözü tesir etmediyse bugün de Hz. Muhammed’in yolundan gidenlerin bugünkü Karun’lara sözü tesir etmiyor.
Sayımız ne artıyor ne de azalıyor. Ne kendi taraftarımızda azalma var, ne de karşı tarafta yer alan kardeş bildiklerimizde.
Müslüman ahlakı gereği Allah’ın vermediklerine hamd, verdiklerine ise şükrediyoruz. Fakat ümmet için İslam için ve vatan için daha güzeli olamaz mıydı diye sormaktan kendimizi alamıyoruz.
Bu nedenle bulunduğumuz yerden memnun değiliz. Zira memnun olmamanın çözümün ve gelişmenin ilk basamağı” olduğunu düşünüyoruz. Daha iyisi olabileceğinin farkındayız.
Konformist davranıp her şeyin süt liman havasında olduğunu düşünenlere inat, gerçeğin farkındayız. Muhatabın da bu gerçeği bildiğini tahmin etsek de hatta offtherecord görüşmelerde, kapalı kapılar arkasındaki muhabbetlerde bizden daha fazla şikâyetçi olunduğuna şahit olsak da hakikat; “aman başkası duymasın”a gelince bir anda değişiyor. Biz de münafıkça yaşamayalım deyip mümince bildiğimizi haykırıyoruz. Sonuçta kötü biz oluyoruz.
Onurlu bir insan niye böyle davranır? Sebeplerini; kazanımları kaybetmemek, menfaat, bazı korkular gibi sıralayabiliriz.
***
Bir düşünür: “Hastalıklı bir topluma uyum sağlamak demek, sağlıklı olmak demek değildir” derken tam da bizim derdimize tercüman olmuştur.
Ekonomik anlamda son zamanlardaki ciddi sıkıntılar artık cebe dokunduğundan muhataplarda bir hayıflanma görülse de neticede çok şeyin değişmeyeceği anlaşılıyor, biz yine de bekleyip göreceğiz.
Biz kimseye düşmanlık yapmıyoruz. Aksine ‘iyiliği emredip kötülüklerden nehyetmek’ emrine
Uyarak tebliğ vazifemizi yapıyoruz ki kıyamet günü yakamıza yapışıp “neden uyarmadınız!”“niçin sustunuz?” demesinler.
Allah’a karşı mazeretimiz olsun diye hâlâ susmuyor, konuşuyoruz. “Hani onlardan bir topluluk demişti ki: ‘Siz, Allah’ın helâk edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?’ Onlar da, ‘Rabbinize bir mazeret beyan etmek için, birde belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)’ demişlerdi” (Araf 164).