Teknoloji, hayatımızdaki her şeyden daha baş döndürücü bir biçimde ilerliyor.
İnterneti ve neler getirdiğini tartışıyorduk ki Sosyal Medya denilen bir sanal dünya hayatımızın tam orta yerine geldi ve yerleşti.
Bugün başınızı kaldırıp baktığınızda kimseyle göz göze gelemiyorsunuz. Çünkü herkesin gözü elindeki telefonun ya da tablet bilgisayarın ekranında.
Herkes bir şeyler okumanın, paylaşmanın derdinde. Kimse anı kaçırmak istemiyor ve yaşadığı her anı başkalarıyla paylaşmaya bayılıyor.
Takip ettiğiniz kişilerin ne yediğinden tutun, nereye gittiğine, kimlerle olduğuna ve ne düşündüğüne dair her şeyi anında öğrenmek mümkün.
Bu arada asıl hayatın kendisini mi kaçırıyoruz diye düşünmeden edemiyor insan. Başkalarıyla paylaşmaya çalışırken, yaşanmayan anlardan oluşmaya başladı hayatlarımız.
Hani müzeleri gezerken birçok yerde fotoğraf çekimine ve özellikle flaş kullanarak çekim yapmanıza izin vermezler. Sebebi de ‘ fotoğraf çekiminin ve flaşların sergilenen eserin rengini soldurması ve bozulmasına yol açmasıdır.
Acaba biz de yaşadığımız her anı görüntüleyip orada olmayan bir kitle ile paylaşacağız derken kendi hayatımızın rengini soldurmuyor muyuz?
Mesela en son ne zaman elinizde telefonunuz olmadan, görüntüleme telaşı yaşamadan bir deniz kenarında oturup tuzlu deniz kokusunu içinize çektiniz?
En iyi kareyi yakalama derdine düşmeden, ne zaman en iyi kareye doya doya baktınız?
Denizi bir boydan bir boya geçen gemiyi ne zaman seyrettiniz aralıksız?
Eliniz telefona gitmeden, sosyal medya hesaplarınızı kontrol etmeden kaç dakika durabilirsiniz örneğin? Çünkü bu durum da artık bir hastalık.
İnterneti ve neler getirdiğini tartışıyorduk ki Sosyal Medya denilen bir sanal dünya hayatımızın tam orta yerine geldi ve yerleşti.
Bugün başınızı kaldırıp baktığınızda kimseyle göz göze gelemiyorsunuz. Çünkü herkesin gözü elindeki telefonun ya da tablet bilgisayarın ekranında.
Herkes bir şeyler okumanın, paylaşmanın derdinde. Kimse anı kaçırmak istemiyor ve yaşadığı her anı başkalarıyla paylaşmaya bayılıyor.
Takip ettiğiniz kişilerin ne yediğinden tutun, nereye gittiğine, kimlerle olduğuna ve ne düşündüğüne dair her şeyi anında öğrenmek mümkün.
Bu arada asıl hayatın kendisini mi kaçırıyoruz diye düşünmeden edemiyor insan. Başkalarıyla paylaşmaya çalışırken, yaşanmayan anlardan oluşmaya başladı hayatlarımız.
Hani müzeleri gezerken birçok yerde fotoğraf çekimine ve özellikle flaş kullanarak çekim yapmanıza izin vermezler. Sebebi de ‘ fotoğraf çekiminin ve flaşların sergilenen eserin rengini soldurması ve bozulmasına yol açmasıdır.
Acaba biz de yaşadığımız her anı görüntüleyip orada olmayan bir kitle ile paylaşacağız derken kendi hayatımızın rengini soldurmuyor muyuz?
Mesela en son ne zaman elinizde telefonunuz olmadan, görüntüleme telaşı yaşamadan bir deniz kenarında oturup tuzlu deniz kokusunu içinize çektiniz?
En iyi kareyi yakalama derdine düşmeden, ne zaman en iyi kareye doya doya baktınız?
Denizi bir boydan bir boya geçen gemiyi ne zaman seyrettiniz aralıksız?
Eliniz telefona gitmeden, sosyal medya hesaplarınızı kontrol etmeden kaç dakika durabilirsiniz örneğin? Çünkü bu durum da artık bir hastalık.