Bir hac mevsimi daha geçti. Hicaz bölgesinin manevi iklimine ilişkin yazıları çeşitli yerlerde okudunuz. Biz genel gözlemleri aktarmakla yetineceğiz.
Bir Müslüman, hac için ihrama büründüğü andan itibaren belli bir duyarlılık ve sorumluluk içinde olması gerekir.
Bu manada büründüğü “giysiler” insanı daha fazla düşünmeye sevk eder, sorumluluklarını hatırlatır ve varlığın anlamını kavrar.
Başlangıçta ihram giyerek tüm hacıların eşitlenmesi ama sonra lüks otellerde kalarak, tüketim çılgınlığıyla ve olağan alışkanlıklarıyla hayatına devam etmesi, ihrama ve ihramın ruhuna inat, farklılığın normal hale getirilmesi, sorgulanması gereken bir husus diye düşünüyoruz.
İhramla sınıf ayrımı yok edilmek istenirken tüketim ve lüksle farklılık oluşturulması çağdaş bir problem olarak karşımıza çıkıyor.
İhramlının asla aklından çıkarmayacağı bir gerçek olarak erkeğin iki beyaz elbisesi vardır ki bunlar; “ihram ve kefendir”. Her ikisi de eski hayata sünger çekip geçmişten arınarak, yeni hayatın başlangıcıdır. Tertemiz açılan yeni bir sahifedir.
İhramlının karşılaştığı mahşeri kalabalık tablosu ise topyekûn bilinçli olmaya “ümmet” olmaya sevk eder.
Son yıllarda Müslüman ülkelerin yaşadığı zulümlere, sıkıntılara baktığımızda gündemimizde olması gereken “batıla karşı hakkın yanında yer alma” şuuru ile Müslümanların birlik olup sorunlarını kendi içerisinde çözüme kavuşturması gerektiği daha iyi anlaşılıyor.
Farklı dil, renk, ırk ve bölgeden gelen milyonlarca Müslümanı, kardeşlik içinde bir arada görünce umutlar yeşerse de maalesef öncelikli hassasiyet alanları içerisinde çok fazla Müslümanların problemleriyle ve genel dünya meseleleriyle ilgili olduklarını söylemek oldukça zor.
Küresel basının gündeme taşıdığı hangi olay varsa o konuda “duyarlı” olunduğu görülüyor.
Mesela bugünlerde gündemde “Arakan krizi” olduğu için geleneksel olarak Filistin ve Suriye’nin yanı sıra Arakan için özel dualar ediliyor, gözler yaşarıyor, duygusal atmosfer oluşuyor. Ama krizin nasıl çözüleceği kimsenin gündeminde değil. Çözüm üretmeden sadece dua ile yetiniliyor.
Zaten gündemimizi kendimiz belirlemiyoruz ki! Neye gülmemiz, neye ağlamamız gerektiğine de küresel güç odakları karar veriyor.
Müslümanların birliğinin zirvesini oluşturması beklenen haccın, fiziksel bir birliktelikten öteye geçmesi gereken çok daha derin anlamları olmalı. Kolektif eylem, ortak zihin, düşünce yapısı ve siyasi şuur anlamında birlik gerçekleşmeli.
Böylece inancımızın temel esaslarından biri olan bu ibadetin, kişilik oluşumunu da taçlandırması mümkün olur.
Rahmetli Akif Emre, hac izlenimlerini anlatırken Müslümanların genel durumunu gözlemleyerek üç noktada noksanlık gördüğünü belirtmiş, bunları “Edep, Etik, Estetik” olarak sıralamış ve demiş ki “Aşkın kaybolduğu yerde hiçbir ölçü kalmıyor”
Haccın ruhunda emperyalizme karşı yek vücut olmak varken; gayri Müslimlerin harem bölgesine girişleri bile ayetle yasaklanmışken isimlendirmek doğru mu bilemiyorum ama “Lipton, Kentucky, Nestle, Danone, Pepsi, Hilton, Swissotel ve Sheraton” vb. markaların küresel siyonist emperyalist güçlerin Kâbe’yi kuşatması ayrı bir konu.
Neyse bu kadarla yetinelim, fazla karıştırmayalım şimdi.
Bir Müslüman, hac için ihrama büründüğü andan itibaren belli bir duyarlılık ve sorumluluk içinde olması gerekir.
Bu manada büründüğü “giysiler” insanı daha fazla düşünmeye sevk eder, sorumluluklarını hatırlatır ve varlığın anlamını kavrar.
Başlangıçta ihram giyerek tüm hacıların eşitlenmesi ama sonra lüks otellerde kalarak, tüketim çılgınlığıyla ve olağan alışkanlıklarıyla hayatına devam etmesi, ihrama ve ihramın ruhuna inat, farklılığın normal hale getirilmesi, sorgulanması gereken bir husus diye düşünüyoruz.
İhramla sınıf ayrımı yok edilmek istenirken tüketim ve lüksle farklılık oluşturulması çağdaş bir problem olarak karşımıza çıkıyor.
İhramlının asla aklından çıkarmayacağı bir gerçek olarak erkeğin iki beyaz elbisesi vardır ki bunlar; “ihram ve kefendir”. Her ikisi de eski hayata sünger çekip geçmişten arınarak, yeni hayatın başlangıcıdır. Tertemiz açılan yeni bir sahifedir.
İhramlının karşılaştığı mahşeri kalabalık tablosu ise topyekûn bilinçli olmaya “ümmet” olmaya sevk eder.
Son yıllarda Müslüman ülkelerin yaşadığı zulümlere, sıkıntılara baktığımızda gündemimizde olması gereken “batıla karşı hakkın yanında yer alma” şuuru ile Müslümanların birlik olup sorunlarını kendi içerisinde çözüme kavuşturması gerektiği daha iyi anlaşılıyor.
Farklı dil, renk, ırk ve bölgeden gelen milyonlarca Müslümanı, kardeşlik içinde bir arada görünce umutlar yeşerse de maalesef öncelikli hassasiyet alanları içerisinde çok fazla Müslümanların problemleriyle ve genel dünya meseleleriyle ilgili olduklarını söylemek oldukça zor.
Küresel basının gündeme taşıdığı hangi olay varsa o konuda “duyarlı” olunduğu görülüyor.
Mesela bugünlerde gündemde “Arakan krizi” olduğu için geleneksel olarak Filistin ve Suriye’nin yanı sıra Arakan için özel dualar ediliyor, gözler yaşarıyor, duygusal atmosfer oluşuyor. Ama krizin nasıl çözüleceği kimsenin gündeminde değil. Çözüm üretmeden sadece dua ile yetiniliyor.
Zaten gündemimizi kendimiz belirlemiyoruz ki! Neye gülmemiz, neye ağlamamız gerektiğine de küresel güç odakları karar veriyor.
Müslümanların birliğinin zirvesini oluşturması beklenen haccın, fiziksel bir birliktelikten öteye geçmesi gereken çok daha derin anlamları olmalı. Kolektif eylem, ortak zihin, düşünce yapısı ve siyasi şuur anlamında birlik gerçekleşmeli.
Böylece inancımızın temel esaslarından biri olan bu ibadetin, kişilik oluşumunu da taçlandırması mümkün olur.
Rahmetli Akif Emre, hac izlenimlerini anlatırken Müslümanların genel durumunu gözlemleyerek üç noktada noksanlık gördüğünü belirtmiş, bunları “Edep, Etik, Estetik” olarak sıralamış ve demiş ki “Aşkın kaybolduğu yerde hiçbir ölçü kalmıyor”
Haccın ruhunda emperyalizme karşı yek vücut olmak varken; gayri Müslimlerin harem bölgesine girişleri bile ayetle yasaklanmışken isimlendirmek doğru mu bilemiyorum ama “Lipton, Kentucky, Nestle, Danone, Pepsi, Hilton, Swissotel ve Sheraton” vb. markaların küresel siyonist emperyalist güçlerin Kâbe’yi kuşatması ayrı bir konu.
Neyse bu kadarla yetinelim, fazla karıştırmayalım şimdi.