Kıyâmet günündeki hesaplaşmanın dehşetini anlatan Allah Resûlü’nün zikrettiğimiz hadîsinden başka “boynuzsuz koyunun boynuzludan hakkını alacağı” hadîsi de bu mevzuda son derce şâyân-ı dikkattir.(Müslim-Birr,60) Belki de bunun bir neticesi olarak “İnkârcı kâfir de diyecek ki, “keşke toprak olsaydım.” (Nebe’,40)
Müslümanların din kardeşleriyle olan ilişkilerinde Kur’an ayetleri gerek haklar konusunda ve gerek hayatın her alanındaki koşullarda meselelere karşı duyarlıklarını arttırmak zorundadır. Ticârî ilişkilerden komşuluğa, borç alışverişinden yolda yürüyüşe kadar hassâsiyet kesbetmesini gerekli kılmaktadır. Çünkü takvâ ehli bir Müslüman, din kardeşinin haklarına saygı göstermedikçe kendisini beşerî münâsebetler terâzisine hile karıştırmış saymalıdır. Çünkü söz konusu âyetlerin doğru tartıp ölçmesini istediği terâzi, sâdece kantar, gram ve metre değil, aynı zamanda adâlet ve insâf terâzisidir.
Şu çok mühim esası da göz önünde bulundurmak gerekir: “Affetmek büyüklük, başkasının hakkını zâyi etmek ise zulümdür.” Allah Teâlâ azamet ve kibriyâsına yakışır bir biçimde kulunun kendisine taalluk eden haklarını bağışlar, ama huzûruna bir başkasının hakkıyla gelen kimseyi ise -hak sâhibinin hakkını zâyi etmemek için- bağışlamaz. Kur’an-ı Kerîm’deki: “Kim zerre miktarı şer işlerse onun karşılığını görür” (Zilzâl,8) âyeti kul hakkına taalluk eden günahları kapsamaktadır. Kul hakkının kapsamının genişliği sebebiyle Peygamberimiz bu konuda duyarlılık göstermiş ve vefât hastalığı sırasında mescide çıkıp minberden nasîhatler ettikten sonra halka hitâben: “Kimin ben de bir hakkı varsa, altın ve gümüşün bir işe yaramadığı günde, benden isteyeceğine şimdi çıkıp istesin”(Buhâri-Mezalim,10) buyurmuşlardır.
Kul hakkı konusundaki duyarlılıklarımız, dünya hayâtındaki huzûru sağladığı gibi âhiret mutluluğunun da teminatıdır. Nitekim eliyle, diliyle, gözüyle ve sözüyle başkalarını incitmenin kul hakkına taalluk ettiğini bilen; eline, diline, gözüne ve gönlüne sâhip olur. Toplum hayâtında her türlü imkânı başkalarını rahatsız etmeden kullanabilme becerisi bu duyarlılığı kazanmaya bağlıdır. Çünkü başkalarını rahatsız etme endişesi taşımayan; yaptıklarının başkalarını inciteceğini düşünmeyen kimse, kolaylıkla kul hakkına girebilir. Başkasının apartmanın ve evinin önüne rızâsı olmadan arabasını park edebilir. Trafikte kuralların kendisine vermediği hakları uyanıklıkla gasbetmeye çalışabilir, önüne geçtiği ya da sıkıştırdığı insanların haklarını ihlâl ettiğini düşünmez. Evinin saçağından ya da balkonundan akan suyun başkasının bahçesine ya da arabasına zarar vermesini önemsemez.
Bizde kul hakkı denilince genellikle doğrudan başkasının malına ve canına taalluk eden haklar ile onlara verilecek zararlar akla gelmektedir. Oysaki kul hakkının içine insanları incitebilecek her türlü davranış girmekte; sözden, bakış ve sû-i zanna kadar hepsi bu kapsam içinde yer almaktadır. Hattâ çevreyi ve çevrenin dengesini korumaya riâyet etmeyen; suya, havaya ve toprağa iyi davranmayan, trafik tabelalarını hedef yaparak nişancılık denemesi yapan, yollara zarar veren insanları bile pekâlâ bu kapsam içerisinde görmek gerekir.
Bâzen farkında olarak, bâzen farkında olmadan gaflet ve dalgınlıkla irtikâb edilen bütün bu yanlışlar, insanlar için bir âhiret problemidir. Amellerin tartıldığı hesap gününde insanları mânen iflasa götürüp müflis duruma düşürebilir. Müflis olmaktan kurtulmanın yolu Allah’a karşı muhlis bir kul, insanlara karşı mûnis bir dost ve arkadaş olarak kul hakkına riâyetten geçmektedir.
Kulluğu dürüstlük ve samimiyette, adalet ve hassasiyette, hikmet ve haysiyette arayanlara selam olsun.
Müslümanların din kardeşleriyle olan ilişkilerinde Kur’an ayetleri gerek haklar konusunda ve gerek hayatın her alanındaki koşullarda meselelere karşı duyarlıklarını arttırmak zorundadır. Ticârî ilişkilerden komşuluğa, borç alışverişinden yolda yürüyüşe kadar hassâsiyet kesbetmesini gerekli kılmaktadır. Çünkü takvâ ehli bir Müslüman, din kardeşinin haklarına saygı göstermedikçe kendisini beşerî münâsebetler terâzisine hile karıştırmış saymalıdır. Çünkü söz konusu âyetlerin doğru tartıp ölçmesini istediği terâzi, sâdece kantar, gram ve metre değil, aynı zamanda adâlet ve insâf terâzisidir.
Şu çok mühim esası da göz önünde bulundurmak gerekir: “Affetmek büyüklük, başkasının hakkını zâyi etmek ise zulümdür.” Allah Teâlâ azamet ve kibriyâsına yakışır bir biçimde kulunun kendisine taalluk eden haklarını bağışlar, ama huzûruna bir başkasının hakkıyla gelen kimseyi ise -hak sâhibinin hakkını zâyi etmemek için- bağışlamaz. Kur’an-ı Kerîm’deki: “Kim zerre miktarı şer işlerse onun karşılığını görür” (Zilzâl,8) âyeti kul hakkına taalluk eden günahları kapsamaktadır. Kul hakkının kapsamının genişliği sebebiyle Peygamberimiz bu konuda duyarlılık göstermiş ve vefât hastalığı sırasında mescide çıkıp minberden nasîhatler ettikten sonra halka hitâben: “Kimin ben de bir hakkı varsa, altın ve gümüşün bir işe yaramadığı günde, benden isteyeceğine şimdi çıkıp istesin”(Buhâri-Mezalim,10) buyurmuşlardır.
Kul hakkı konusundaki duyarlılıklarımız, dünya hayâtındaki huzûru sağladığı gibi âhiret mutluluğunun da teminatıdır. Nitekim eliyle, diliyle, gözüyle ve sözüyle başkalarını incitmenin kul hakkına taalluk ettiğini bilen; eline, diline, gözüne ve gönlüne sâhip olur. Toplum hayâtında her türlü imkânı başkalarını rahatsız etmeden kullanabilme becerisi bu duyarlılığı kazanmaya bağlıdır. Çünkü başkalarını rahatsız etme endişesi taşımayan; yaptıklarının başkalarını inciteceğini düşünmeyen kimse, kolaylıkla kul hakkına girebilir. Başkasının apartmanın ve evinin önüne rızâsı olmadan arabasını park edebilir. Trafikte kuralların kendisine vermediği hakları uyanıklıkla gasbetmeye çalışabilir, önüne geçtiği ya da sıkıştırdığı insanların haklarını ihlâl ettiğini düşünmez. Evinin saçağından ya da balkonundan akan suyun başkasının bahçesine ya da arabasına zarar vermesini önemsemez.
Bizde kul hakkı denilince genellikle doğrudan başkasının malına ve canına taalluk eden haklar ile onlara verilecek zararlar akla gelmektedir. Oysaki kul hakkının içine insanları incitebilecek her türlü davranış girmekte; sözden, bakış ve sû-i zanna kadar hepsi bu kapsam içinde yer almaktadır. Hattâ çevreyi ve çevrenin dengesini korumaya riâyet etmeyen; suya, havaya ve toprağa iyi davranmayan, trafik tabelalarını hedef yaparak nişancılık denemesi yapan, yollara zarar veren insanları bile pekâlâ bu kapsam içerisinde görmek gerekir.
Bâzen farkında olarak, bâzen farkında olmadan gaflet ve dalgınlıkla irtikâb edilen bütün bu yanlışlar, insanlar için bir âhiret problemidir. Amellerin tartıldığı hesap gününde insanları mânen iflasa götürüp müflis duruma düşürebilir. Müflis olmaktan kurtulmanın yolu Allah’a karşı muhlis bir kul, insanlara karşı mûnis bir dost ve arkadaş olarak kul hakkına riâyetten geçmektedir.
Kulluğu dürüstlük ve samimiyette, adalet ve hassasiyette, hikmet ve haysiyette arayanlara selam olsun.