Buna göre kolları sıvayıp bir çaba ve gayret sarfederek imanın kesinikle doğru olup nefyedilmesi mümkün olmayan orta derecesini kazanmak gerekir. Usul-u Kâfi kitabında İmam Sadık'tan (Allah'ın selamı ona olsun) nakledilen şu hadis de işte bunu ortaya koymaktadır. İmam buyuruyor ki:
"Dört kapıyı da teslim almayınca salih olmazsınız. Onların ilki, sonu gelmeyince doğrulanmaz. Üçüne sahip olan kimseler gerçekten de dalalete düşüp büyük bir hayrete kapılmışlardır."
İmam Sadık'ın Hz. Ali'den (Allah'ın selamı onlara olsun) naklettiği şu hadis de buna ayrı bir delildir. Hz. Ali (a.s) buyuruyor ki:
"İmanın dört rüknü vardır: Allah'a tevekkül etmek, Allah'ın emrine boyun eğmek, Allah'ın kazasına rıza göstermek ve Allah'ın emrine teslim olmak." [28]
Tuhef-ul Ukul'da ise İmam Musa Kâzım (a.s) şöyle buyurur:
"Allah Teala'yı tanıyan bir kimse, Allah'ın, kendine vereceği rızkı geciktirdiğini düşünmemeli ve kazasından dolayı O'nu suçlamamalıdır."
İmam'a yakinin ne olduğu sorulduğunda ise şöyle buyurdu:
"Yakini olan kimse Allah'a tevekkül edip, ona teslim olmalı, Allah'ın kazasına razı olup işini O'na bırakmalıdır."
Yine Usul-u Kâfi'de İmam Sadık (a.s) babaları aracılığıyla Resulullah'tan (s.a.a) naklettiği şu hadiste iman ve marifette gerekli olan özelliklerle evliyanın derecesi açıklanmıştır:
"Allah'ın tanıyıp O'nu büyük bilen kimse ağzını konuşmaktan, midesini yemekten alıkoyup nefsini oruç ve ibadete zorlar."
O hazrete "Babamız ve anamız size feda olsun bunlar evliyalar için midir?" diye sorulduğunda buyurdu ki:
"Evliya suskundur, ama onların susması zikirdir. Bakarlar, ama bakışları ibret içindir. Konuşurlar, ama konuşmaları hikmettir. Yürürler ama halk içinde yürüyüşleri bereketlidir. Allah Teala onların ecelini belirtmemiş olsaydı azap korkusundan ve sevaba iştiyaklarından bir an ruhları bedenlerinde kalamazdı."
Bu hakikat ihticac kitabında İmam Zeynülabidin'den (a.s) nakledilen şu şiirde de dile getirilmiştir:
Kimi Allah'ın marifeti gani etmezse
İşte o gerçek bedbaht olandır
Zenginlikten gelen izzeti insan neder
Tüm izzetler takvalıya mahsustur.
Allah'ın ittatindeki takvalı kimseye
Ne söylediğinden bir zarar gelir, ne de karşılaştığından
Bütün bu hayırların ekseni, bütün hallerde Allah Tealayı mürakibet edip senin onun gözünden gayıp olmadığın gibi onu gözünden kaybetmemendir. İşte Resulullah'ın (Allah'ın selam ve rahmeti ona ve Ehl-i Beyt'ine olsun) Ebuzer'e, "Sen Allah'a onu görüyormuş gibisine ibadet et. Sen O'nu görmezsen O seni görüyor" şeklindeki buyruğu da bunu söylemek istiyor. Bazı hadislerde de şöyle buyuruyor:
"Ama eğer O'nun seni gördüğünün farkında olduğun halde yine ona karşı günah işlersen O'nu seni günah halinde gören herkesten daha güçsüz ve değersiz saymış olursun."
O halde devamlı Allah'ı gözetir ve seni O'ndan alıkoyan bağlarından kendini kurtaracak olursan O'nun sana karşı lütuf ve inayette bulunduğunu, hatalarını affedip onların üzerini örttüğünü,
çirkinliklerini güzelleştirdiğini ve kötülükleri kat-kat iyiliklere dönüştürdüğünü görürsün. Bunu görünce Allah Teala'nın sevgisi kalbine yerleşir, bütün aza ve organların O'na itaat etmeye seferber olur. Çünkü kalp ihsanda bulunanı sevmek fıtratı üzerine yaratılmıştır. Bu konuda Allah Teala da Kur'anı Kerim'de buyuruyor ki: "İman edenlerin Allah'a olan sevgisi ise, daha güçlüdür." [29]
"Dört kapıyı da teslim almayınca salih olmazsınız. Onların ilki, sonu gelmeyince doğrulanmaz. Üçüne sahip olan kimseler gerçekten de dalalete düşüp büyük bir hayrete kapılmışlardır."
İmam Sadık'ın Hz. Ali'den (Allah'ın selamı onlara olsun) naklettiği şu hadis de buna ayrı bir delildir. Hz. Ali (a.s) buyuruyor ki:
"İmanın dört rüknü vardır: Allah'a tevekkül etmek, Allah'ın emrine boyun eğmek, Allah'ın kazasına rıza göstermek ve Allah'ın emrine teslim olmak." [28]
Tuhef-ul Ukul'da ise İmam Musa Kâzım (a.s) şöyle buyurur:
"Allah Teala'yı tanıyan bir kimse, Allah'ın, kendine vereceği rızkı geciktirdiğini düşünmemeli ve kazasından dolayı O'nu suçlamamalıdır."
İmam'a yakinin ne olduğu sorulduğunda ise şöyle buyurdu:
"Yakini olan kimse Allah'a tevekkül edip, ona teslim olmalı, Allah'ın kazasına razı olup işini O'na bırakmalıdır."
Yine Usul-u Kâfi'de İmam Sadık (a.s) babaları aracılığıyla Resulullah'tan (s.a.a) naklettiği şu hadiste iman ve marifette gerekli olan özelliklerle evliyanın derecesi açıklanmıştır:
"Allah'ın tanıyıp O'nu büyük bilen kimse ağzını konuşmaktan, midesini yemekten alıkoyup nefsini oruç ve ibadete zorlar."
O hazrete "Babamız ve anamız size feda olsun bunlar evliyalar için midir?" diye sorulduğunda buyurdu ki:
"Evliya suskundur, ama onların susması zikirdir. Bakarlar, ama bakışları ibret içindir. Konuşurlar, ama konuşmaları hikmettir. Yürürler ama halk içinde yürüyüşleri bereketlidir. Allah Teala onların ecelini belirtmemiş olsaydı azap korkusundan ve sevaba iştiyaklarından bir an ruhları bedenlerinde kalamazdı."
Bu hakikat ihticac kitabında İmam Zeynülabidin'den (a.s) nakledilen şu şiirde de dile getirilmiştir:
Kimi Allah'ın marifeti gani etmezse
İşte o gerçek bedbaht olandır
Zenginlikten gelen izzeti insan neder
Tüm izzetler takvalıya mahsustur.
Allah'ın ittatindeki takvalı kimseye
Ne söylediğinden bir zarar gelir, ne de karşılaştığından
Bütün bu hayırların ekseni, bütün hallerde Allah Tealayı mürakibet edip senin onun gözünden gayıp olmadığın gibi onu gözünden kaybetmemendir. İşte Resulullah'ın (Allah'ın selam ve rahmeti ona ve Ehl-i Beyt'ine olsun) Ebuzer'e, "Sen Allah'a onu görüyormuş gibisine ibadet et. Sen O'nu görmezsen O seni görüyor" şeklindeki buyruğu da bunu söylemek istiyor. Bazı hadislerde de şöyle buyuruyor:
"Ama eğer O'nun seni gördüğünün farkında olduğun halde yine ona karşı günah işlersen O'nu seni günah halinde gören herkesten daha güçsüz ve değersiz saymış olursun."
O halde devamlı Allah'ı gözetir ve seni O'ndan alıkoyan bağlarından kendini kurtaracak olursan O'nun sana karşı lütuf ve inayette bulunduğunu, hatalarını affedip onların üzerini örttüğünü,
çirkinliklerini güzelleştirdiğini ve kötülükleri kat-kat iyiliklere dönüştürdüğünü görürsün. Bunu görünce Allah Teala'nın sevgisi kalbine yerleşir, bütün aza ve organların O'na itaat etmeye seferber olur. Çünkü kalp ihsanda bulunanı sevmek fıtratı üzerine yaratılmıştır. Bu konuda Allah Teala da Kur'anı Kerim'de buyuruyor ki: "İman edenlerin Allah'a olan sevgisi ise, daha güçlüdür." [29]