Dünyanın en büyükleri arasında yer alacak diye övgüyle bahsedilen İstanbul’un yeni havaalanı daha faaliyete girmeden işçi ölümleriyle kötü bir şöhrete kavuştu. Takriben 400 kişinin öldüğü söylenen -sayı neyse paylaşılmalı- bu inşaatta İşçiler artık canlarına tak etti ki grev başlattılar. Ama hala havaalanının ismi ne olsun? sorusu üzerinden mesele kapatılmaya çalışılıyor anladığımız kadarıyla.
Tersane işçilerinin yaşadığı filikanın sağlamlığı denemesi kum torbaları ile yapılması gerekirken bizzat canlı manken olarak kullanılan işçilerle yapıldı. Başarısız denemenin faturası canlarla ödendi.
Maden ocaklarında yaşanan ölümler, işin doğasında var olan, meslek gereği kabul edildi. Son 20 yılda binlerce insanın iş kazaları sonucu öldüğünden bahsediliyor.
Hep bir gizlilik ve sümen altı etme telaşı. Vicdanlarımız yüreklerimiz körelmiş. Vahşi kapitalizmin neferleri olup çıkmışız. Ülkemizde kapitalizmin kendisinin vahşilik sınırına bile aşama atlatıldı. Bizzat biz insanlıktan çıktık.
Gayri insani şartlarda çalışan havaalanı işçilerinin dramı son günlerde patlak verdi. Yaşadıkları sorunlar, adeta yeni bir terör dalgası gibi ekonomi ile birlikte gündemi meşgul eden en önemli konular arasında yer alıyor.
Esasen sorulması gerekenler göz ardı ediliyor. Sorgulanması gereken bir yığın soru var, soru işareti var. Ama cevap yok, önlem yok. Kimsenin de umurunda değil zaten.
Ülkemizde bu kadar işsiz genç varken, bu kadar yabancı işçi çalıştırılmasının nedeni nedir? Zira basına yansıdığı kadarıyla çok ciddi sayıda Afgan, Suriyeli, Iraklı, Azerbaycanlı, Filipinli, Bangladeşli işçiler var.
Bunların çalıştırılması daha ucuza mal oluyor diye mi acaba? Yoksa rahat harcanabilir diye mi öngörülüyor? Ölürlerse soranı da olmaz. Çünkü önemli olan işin bitmesi heba olan canlar işin fıtratı ile ilgili denir geçilir.
Bu işçiler gerekli eğitimden, sağlık kontrolünden geçiyor mu? Yaptıkları meslek konusunda yeterli eğitim veriliyor mu? İş güvenliği konusunda gerekli önlem alınıyor mu? Baret takıp, elektrik çarpmasına karşı önlem alıyorlar mı? Peki ya eğitim zayiatı olarak görülen, ölen yabancı işçilere tazminat veriliyor mu?
Bunlar arasında çocuk işçiler var mı? Bu konularla ilgili hiçbir açıklama yapılmıyor. Bu kadar iddia karşısında muhataplar sus-pus.
Tedbir tevekkül ilişkisinin göz ardı edilmesi başka bir zihinsel yozlaşmanın ürünü maalesef…
Kamuoyunda işçilerin adeta terör örgütü mensubu oldukları gibi algı oluşturulmaya çalışılıyor. İçlerinden bazılarının aşırı tepkisi ya da aralarına kötü niyetli kişilerin karışması hiç kimseye bütün işçileri haksızlıkla suçlama ehliyeti vermez. Meseleyi demagojiye boğulmamalı, yavuz hırsız ev sahibini bastırmamalı.
Nedense bu konularda haber yapmak bile suç teşkil ediyor ve bunları gündeme getirenler engelleniyor, hatta vatan hainliğiyle suçlanıyor! Bir avuç vicdan sahibi onurlulardan başka kimse konuş(a)mıyor.
Avrupa kriterlerini yerine getirmeye çalıştığımız bir dönemde her alanda en ağır koşulları oluştururken son yıllarda birçok savaşta kaybettiklerimizden daha fazla insan iş kazalarında ölüyor.
***
Burada düşünülmesi gereken bir başka önemli husus; bu olaylarda korunan kimselerin kimliği; yandaş müteahhitler meselesi; tabi bu arada işlerin ahbap-çavuş ilişkisi içerisinde sürdürülmesi. İhaleler doğru kişilere veriliyor mu? Ehliyet, liyakat, hak, eşitlik… Yoksa bu kavramlar sadece sözlükte mi yazılı?
İşin açıkçası ihaleler yandaşlara verildiği için yeterli denetimler de olmuyor. Olsa bile üstü kapatılıyor. Müteahhit de -her durumda- garantide olduğunu bildiğinden işini, işçiyi hafife alıyor.
Denetimler yetersiz ve kriterler herkese eşit uygulanmıyor. Hata ve suiistimallerde yandaş müteahhit ne yaparsa korunuyor, göz yumuluyor.
Yandaş olmaması durumunda ise denetimler artıyor. Karşıt görüşlüler en ağır zorluklara maruz kalırken, kurallar yandaşa işletilmiyor.
“İşçinin alın teri kurumadan hakkını veriniz” diyen Peygamber’in ümmeti ne halde?
Burada düzgün bir komisyonun çalışması objektif bir rapor hazırlaması ve ayrıntılı bilgi vermesi şart. Buna göre gerekli önlemler alınmalı ve işçi ölümlerinin önüne azami ölçüde geçilmeli.
Hani ne oldu? “Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa koyunu, Gelir de adl-i İlahi sorardı Ömer'den onu”!
Tersane işçilerinin yaşadığı filikanın sağlamlığı denemesi kum torbaları ile yapılması gerekirken bizzat canlı manken olarak kullanılan işçilerle yapıldı. Başarısız denemenin faturası canlarla ödendi.
Maden ocaklarında yaşanan ölümler, işin doğasında var olan, meslek gereği kabul edildi. Son 20 yılda binlerce insanın iş kazaları sonucu öldüğünden bahsediliyor.
Hep bir gizlilik ve sümen altı etme telaşı. Vicdanlarımız yüreklerimiz körelmiş. Vahşi kapitalizmin neferleri olup çıkmışız. Ülkemizde kapitalizmin kendisinin vahşilik sınırına bile aşama atlatıldı. Bizzat biz insanlıktan çıktık.
Gayri insani şartlarda çalışan havaalanı işçilerinin dramı son günlerde patlak verdi. Yaşadıkları sorunlar, adeta yeni bir terör dalgası gibi ekonomi ile birlikte gündemi meşgul eden en önemli konular arasında yer alıyor.
Esasen sorulması gerekenler göz ardı ediliyor. Sorgulanması gereken bir yığın soru var, soru işareti var. Ama cevap yok, önlem yok. Kimsenin de umurunda değil zaten.
Ülkemizde bu kadar işsiz genç varken, bu kadar yabancı işçi çalıştırılmasının nedeni nedir? Zira basına yansıdığı kadarıyla çok ciddi sayıda Afgan, Suriyeli, Iraklı, Azerbaycanlı, Filipinli, Bangladeşli işçiler var.
Bunların çalıştırılması daha ucuza mal oluyor diye mi acaba? Yoksa rahat harcanabilir diye mi öngörülüyor? Ölürlerse soranı da olmaz. Çünkü önemli olan işin bitmesi heba olan canlar işin fıtratı ile ilgili denir geçilir.
Bu işçiler gerekli eğitimden, sağlık kontrolünden geçiyor mu? Yaptıkları meslek konusunda yeterli eğitim veriliyor mu? İş güvenliği konusunda gerekli önlem alınıyor mu? Baret takıp, elektrik çarpmasına karşı önlem alıyorlar mı? Peki ya eğitim zayiatı olarak görülen, ölen yabancı işçilere tazminat veriliyor mu?
Bunlar arasında çocuk işçiler var mı? Bu konularla ilgili hiçbir açıklama yapılmıyor. Bu kadar iddia karşısında muhataplar sus-pus.
Tedbir tevekkül ilişkisinin göz ardı edilmesi başka bir zihinsel yozlaşmanın ürünü maalesef…
Kamuoyunda işçilerin adeta terör örgütü mensubu oldukları gibi algı oluşturulmaya çalışılıyor. İçlerinden bazılarının aşırı tepkisi ya da aralarına kötü niyetli kişilerin karışması hiç kimseye bütün işçileri haksızlıkla suçlama ehliyeti vermez. Meseleyi demagojiye boğulmamalı, yavuz hırsız ev sahibini bastırmamalı.
Nedense bu konularda haber yapmak bile suç teşkil ediyor ve bunları gündeme getirenler engelleniyor, hatta vatan hainliğiyle suçlanıyor! Bir avuç vicdan sahibi onurlulardan başka kimse konuş(a)mıyor.
Avrupa kriterlerini yerine getirmeye çalıştığımız bir dönemde her alanda en ağır koşulları oluştururken son yıllarda birçok savaşta kaybettiklerimizden daha fazla insan iş kazalarında ölüyor.
***
Burada düşünülmesi gereken bir başka önemli husus; bu olaylarda korunan kimselerin kimliği; yandaş müteahhitler meselesi; tabi bu arada işlerin ahbap-çavuş ilişkisi içerisinde sürdürülmesi. İhaleler doğru kişilere veriliyor mu? Ehliyet, liyakat, hak, eşitlik… Yoksa bu kavramlar sadece sözlükte mi yazılı?
İşin açıkçası ihaleler yandaşlara verildiği için yeterli denetimler de olmuyor. Olsa bile üstü kapatılıyor. Müteahhit de -her durumda- garantide olduğunu bildiğinden işini, işçiyi hafife alıyor.
Denetimler yetersiz ve kriterler herkese eşit uygulanmıyor. Hata ve suiistimallerde yandaş müteahhit ne yaparsa korunuyor, göz yumuluyor.
Yandaş olmaması durumunda ise denetimler artıyor. Karşıt görüşlüler en ağır zorluklara maruz kalırken, kurallar yandaşa işletilmiyor.
“İşçinin alın teri kurumadan hakkını veriniz” diyen Peygamber’in ümmeti ne halde?
Burada düzgün bir komisyonun çalışması objektif bir rapor hazırlaması ve ayrıntılı bilgi vermesi şart. Buna göre gerekli önlemler alınmalı ve işçi ölümlerinin önüne azami ölçüde geçilmeli.
Hani ne oldu? “Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa koyunu, Gelir de adl-i İlahi sorardı Ömer'den onu”!