Toplumu oluşturan temel strüktürlerin merkezine bakıldığında iki belirleyici faktör ile karşılaşırız; din ve gelenek. Bunlardan bağımsız bir alan ve düşüncenin varlığı, bireylerin birlikte yaşamasına, dolayısıyla toplum olma vasfına ulaşmasına imkân vermez. Din, geleneğin kırmızı çizgilerini belirlerken, ortaya çıkan tablodan da ister istemez etkilenir ve genel kabul görmüş özellikleri dışındaki hemen her konu için gelenekle birlikte hareket eder ya da etmek zorunda kalır. Din ve geleneğin ürettiği alanın kutsiteyi ve bu alanın sorgulanmaya kapalı oluşu bireyi genel bir ön kabule iter ve karşısına iki seçenek çıkartır; itaat ve red. Toplumun önemli bir kesimi tarafından benimsenmiş ve uygulanan bir şeyin eleştirilemez oluşu, araştırma, sorgulama ve şüphe etmeye müsait bir zemin bırakmaması karşısında kesin bir itaat tüm sıkıntıya çare gibi gözükürken, üçüncü bir seçenek üretemeyip peşinen reddetmek de aynı derecede kolaycılık olarak karşımıza çıkmakta. Küçük çaplı ve bölgesel olarak adlandırılan yüzlerce din modelini konunun dışında tutarak tüm dünyada genel kabul görmüş birkaç dine bakıldığında, her dinin onlarca farklı ana parçaya, her parçanın da kendi içinde üzüm salkımına benzer bir şekilde ayrışmaya gittiğini; ister ince ister kalın farklılıklar olsun her birinin aslında kendi otoritesini benimsetmek adına diğerine muhalefet ettiğini ve varlığının orijinal inanç formu olduğu sanrısını dayattığını görmekteyiz.
Yazarlar
Yayınlanma: 19 Kasım 2020 - 16:05
İnanma ihtiyacı
Toplumu oluşturan temel strüktürlerin merkezine bakıldığında iki belirleyici faktör ile karşılaşırız; din ve gelenek
Yazarlar
19 Kasım 2020 - 16:05