- Birinci Dünya Savaşı Yıllarında Antakya ve Çevresinde Propaganda Faaliyetleri ve Cemal Paşa’nın Bir Beyannamesi
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Antakya savaş yüzü görmedi. Fakat cephe bölgelerinden dönen askerler, asker kaçakları, savaş bölgelerinden gelen yaralılar, göçmenler burada konaklıyor, çaresizlik yüzünden uzun süre kaldıklarından açlık ve sefalet çekiyorlardı.
İşte bu tablo ortaya çıkmadan önce İngiltere, Kanal harbinin hemen ardından Kahire sokaklarında esirlerimizi halka teşhir etmesi bir yana, Mısır’da ve Suriye’de ordumuzu küçültücü propagandalara girişmiş, savaşın etki ve 4. Ordu’nun yetki alanına giren Antakya, İskenderun, Belen ve havalisinde gerek bazı Suriyeli Arap memurlar, gerekse İngilizler halk arasında moral bozucu müthiş bir propaganda faaliyeti başlatmışlardı: Bu propagandalara göre İngilizler, Kanal harbinde Osmanlı ordusunu ağır bir yenilgiye uğratmış, büyük bir kısmı yok edilmiş, kalanlar da aç ve perişan bir haldedir. Bu yüzden bölgeyi savunacak asker kalmamıştır. Bölgedeki bütün şehirler kısa sürede İngiliz işgali altına girecektir...
O dönemde Antakya, konumu itibariyle haberlerin Osmanlı coğrafyasına en çabuk yayıldığı bir yerdi. Her haber Antakya’ya ulaşır ulaşmaz ajanlar ve işbirlikçiler vasıtasıyla hemen çevre şehirlerde de duyuluyordu. Bu propagandaların önü alınamayınca halkın morali bozuldu, bir panik havası yaşandı. Bunun üzerine idareciler durumu hemen Halep Vilayetine ve 4. Ordu Komutanlığına bildirdiler. Bir süre sonra, 4. Ordu bölgesindeki tüm halka ilan edilmek ve bu durumu önlemek üzere, 16 Şubat 330/1 Mart 1915 tarihinde halkın maneviyatını yükseltmeyi hedefleyen ve cephedeki durumu özetleyen bir beyanname yayımlandı. Beyanname Antakya’da halka okunarak tebliğ, ayrıca Hükümet Konağı’na asılmak suretiyle de ilan edildi, halktan propagandalara ve propagandacılara karşı uyanık bulunulması istendi.18 Aslı arşivimizde bulunan bu beyannamenin metni şöyleydi:
Kudüs Ordu Karargâhından
16 Şubat Sene 330
SURİYE AHALİSİNE BEYANNAME
Mısır seferinin fatihası olmak üzere kuvâ-yı umumiye-i mürettebenin bir kısmıyle geçen ay kanala karşı icra ve takib edilen ve maksad itibariyle muvaffakıyet-i kâmile ile neticelenen keşif taarruzu hakkında efvâh-ı nâsda hilâf-ı hakikat bir takım rivayetler cereyan eylediğini işidiyorum. Dördüncü Ordu-yı Osmani’nin işbu keşf-i taarruzîde istihsal eylediği netâyice göre ikmâl-i istihzârat ve tahşidat ile meşgul olduğu şu sırada ordunun istinadgâhı olan milletin feth ve nusrete itimad-ı hayatından başka hiçbir his ile mütehassis olmamalarını arzu ederim.
Mısırdaki İngiliz kumandanlarının imal etmek istedikleri perde-i itiraz yavaş yavaş sıyrılmağa başladığı için düşmanlarımızın da itirafa başladıkları üzere birinci kanal hücumu Osmanlı silahları içün mûcib-i iftihar bir vak’a teşkil eder. Arab hamâseti bu muharebede tarihî necabetini bir kere daha isbat etti.
Dün kanal sularında akan Arab kanı, yarın Mısır’ın kalbgâhını teshir edecek, dün kanalın öbür tarafında işidilen (Allah Allah) sesleri yarın inşallah Kahire’de İslâm’ın fetih ve nusretini ilan edecekdir. Herkes emin olmalıdır ki Mısır seferine müstaiynen bitevfîka teâlâ bu (Allah Allah) seslerinin işidildiği noktadan devam edeceğim.
Birinci Kanal hücumu esnasındaki bütün zayiat mikdarı şudur:
14 zabit şehid, 18 zabit mecruh, 18 zabit gaib; 109 nefer şehid, 296 nefer mecruh, 445 nefer gaib.
Gaib olan zabitan ve efrad kanalı ateş altında tombazlarla geçüb karşı sahilde süngü hücumu yapan kahramanlardır ki, bir kısmının süngüleri kırıldıktan veya kurşunları tükendikten sonra düşman tarafından esir edilmiş olması pek muhtemeldir. Fakat bu netice-i mûcibşen ve ârâ olan bie esaret değil, belki mûcib-i şeref ve itibar olan bir netice-i zaruriyedir. Şimdi kumandam altındaki Ordû-yı Hümayun, Kanal hareket-i kat’iyesi içün vasi’ mikyasda tedabir ile meşguldür.
Şimdi bütün Suriye ahalisinden ruhlarında iman-ı zafer, kalblerinde itimad ve kuvvet-i meshun olduğu halde emniyet ve sükûn ile hâdisât-ı karîbeye intizâr etmelerini taleb ederim. Bu hiss-i itimad ve emniyeti zerre kadar haleldar edecek şayiaları tasni’ edecek bazı bed-hevâhân eğer Suriye’nin muhît-i safvetinde bulunursa derhal kanunun eşedd darîbesiyle tecziye edeceğimi açıkça beyan eylerim.
Dördüncü Ordû-yı Hümayun
Kumandanı ve Harbiye Nazırı
Ahmed Cemal
Bu dönemde İttihat ve Terakki Partisi ile Hürriyet ve İtilaf Partisi taraftarları arasındaki çekişmeler Antakya’da da yaşanıyordu. Antakya’da 1914 yılında ayrıca Türk Ocağı da kurulmuştu.19 İttihat ve Terakki Partisi idarede tek yetkili merci, Türk Ocağı aydın ve nüfuzlu ailelerden birçok gencin toplandığı bir yer idi.
- Musa Dağı’nda Ermeni İsyanı, Antakya’da Siyasi Çekişmeler ve Sosyal Yapı
Bundan bir yıl sonra İskenderun Körfezi’ne çıkarma ihtimali doğunca bu defa aynı güçler Musa Dağı bölgesindeki Ermenilere el atmış, propaganda ve birebir çalışmalarla onları isyana hazırlamışlar, fakat Körfez çıkarmasından vazgeçip Çanakkale’ye karar verince Ermenileri ortada bırakmışlardır. İsyana her yönden hazır hale gelen ve silahlanan Ermeniler her şeye rağmen isyan ederek dağa çıkmışlardır. Temmuz 1915 sonlarından Eylül ayı başlarına kadar devam eden isyan sırasında askerle çatışma ya da açlık, hastalık yüzünden yüzlerce Ermeni hayatını kaybetmiş, nihayet kendilerini dağın arka tarafına yanaşan Fransız gemileri alıp götürmüştür.20
Bu olaylar sırasında İttihatçılarla İtilafçıların çekişmeleri devletin ve milletin zararına olmuştur. Bu da yetmiyormuş gibi, Arap bölgelerinden gelen memurlar halka kötü davranarak, işlerini zorlaştırarak sıkıntılar yüzünden zaten devlete küskün hale gelen halkın devletten iyice soğumaları için ellerlinden geleni yapmışlardır. Bu davranış, İstanbul’da, Şam’da, Kahire’de kurulan Arap cemiyetlerinin devlete karşı izledikleri bilinçli politikanın bir parçasıydı.21
Savaş yıllarında kıtlık ve sıkıntılar yüzünden buğday aşırı değer kazanırken Antakya’nın servet kaynağı olan ipek para etmez olmuş, pek çok zengin servetini kaybederken, toprak sahipleri zenginleşmeye başlamıştı. Şehirde fakir halkın durumu kötüleşip sefalete dönüşmüştü. Her gün açlık ve hastalık yüzünden birkaç kişi ölüyor, cesetleri tombul denen iki tekerlekli öküz arabalarıyla mezarlığa götürülüyordu.22
- Antakya, İskenderun ve Havalisinde İşgal Güçlerine Karşı Koyan Kuvâ-yı Milliye Çetelerinin Mücadelesi ve Önemi:
Antakya, İskenderun ve havalisinin 14 Kasım 1918’den itibaren işgal edilmesinden sonra ilk direnişlerin burada başladığına ve Millî Mücadelenin ilk kurşununun burada atıldığına değinmiştik. Dörtyol, Kuseyr, Amik ve Antakya bölgelerinde kurulan çeteler işgalin belirsizlik günlerinde ülkenin sahipsiz olmadığını göstermiş, gerek Ermeni gerekse Arap saldırılarına karşı yıldırıcı bir güç olarak görev yapmıştır. Fransızlar sayı ve teknik yönden üstünlüklerine rağmen çetelerle başa çıkamamışlar, onlara karşı sürdürülen mücadelede daha büyük birlikler ve ağır silahlar kullanmak zorunda kalmışlardır. Çukurova ve Maraş bölgelerinde cephe gerisinden gelen bu baskı Fransızların kuzeye daha çok asker göndermesini engelleyerek yayılmalarını ve yörede tam hâkimiyet kurmalarını engelliyor, Antakya, İskenderun ve havalisini işgalciler için adeta bir iğneli beşik haline getiriyordu. Bunun yanında, Çukurova ve Maraş cephelerindeki savaş, Fransızların Suriye’de de tam bir hâkimiyet kurmalarını da güçleştiriyor, bölgede daha çok sayıda asker bulundurmak zorunda kalıyorlardı. Bu durumun Fransızların Türkiye ile görüşmeye yanaşmasında ve bir itilafname imzalanmasında göz ardı edilemeyecek kadar büyük etkisi olmuştu. Tabii ki çetelerin başarılarında Türk Ordusu’nun sağladığı desteğin rolü çok büyüktü.
Bu mücadele bütün şiddetiyle 22 Temmuz 1921’e kadar devam etti, o tarihte Ankara’da Fransızlarla görüşmelerin başladığı gerekçesiyle Maraş’tan gelen emir gereği sona erdirildi, çeteler Anadolu’ya çekildi.23 20 Ekim 1921’de Türkiye ile Fransa arasında Ankara İtilafnamesi imzalandı.
Ama ondan sonra bu çetelerin ne adı anıldı, ne de bir madalya verildi. (Dörtyol çeteleri hariç). Cumhuriyet tarihi ve İnkılap Tarihi kitaplarında Güney Cephesi başlığı altında Hatay’ın mücadelesine yer verilmedi. Yani Atatürk’ün deyimiyle, yazanlar, yapanlara sadık kalmadı!