Psikolog Duru Erdem konu hakkında bilgiler verdi.
Obsesif-Kompulsif Bozukluk (OKB), bireylerin düşüncelerini kontrol etmekte zorlanarak bu düşüncelerin yarattığı kaygıyı azaltmak için tekrarlayan davranışlar sergilemesiyle tanımlanan bir durumdur. Bu davranışlar, günlük hayatı etkileyebilir ve özellikle ergenlerde belirgin belirtilerle ortaya çıkabilir.
OKB, istemsiz olarak zihne gelen ve kontrol edilmesi zor olan obsesyonlarla başlar. Obsesyonlar, kişide yoğun kaygı yaratan düşünceler, imgeler veya dürtülerdir. Örneğin, bir ergenin sürekli olarak mikrop bulaşmasından korkması obsesyon olarak tanımlanır. Bu obsesyonlar, kaygıyı hafifletmek için yapılan kompülsiyon adı verilen tekrarlayıcı davranışlara yol açar. Mikrop bulaşmasından korkan bir ergenin sık sık ellerini yıkaması veya temizliğe aşırı zaman ayırması kompülsiyona örnektir. OKB tanısının konulabilmesi için bu obsesyon ve kompülsiyonların bireyin günlük yaşamını belirgin bir şekilde etkilemesi ve kişinin bu döngüyü kırmakta zorlanması gerekir. Ayrıca, DSM-5 tanı kriterlerine göre bu düşünce ve davranışların kişinin günde en az bir saatini alması ve rahatsızlık yaratması önemlidir.
OKB her yaşta görülebilse de, ergenlerde farklı belirtilerle kendini gösterebilir. Özellikle bu dönemde yaşanan sınav kaygısı, sosyal baskılar ve hormonal değişiklikler OKB belirtilerini daha belirgin hale getirebilir. Ergenler gelişim çağında oldukları için sosyal kaygılar, akademik başarı veya gelecek endişeleriyle bağlantılı obsesyon ve kompülsiyonlar geliştirebilirler. Bir örnek vermek gerekirse, ergenlik döneminde simetri ve düzen ihtiyacı daha yaygındır. Bir ergen, odasındaki her şeyi simetrik bir düzende bırakmak isteyebilir ve en ufak bir düzensizlik kaygı yaratabilir. Bu kaygıyı gidermek için sürekli olarak odasındaki eşyaları düzeltmesi ise bir kompülsiyon olarak tanımlanır. Bu tip davranışlar yetişkinlerde de görülebilir; ancak ergenlerde gelişimsel döneme bağlı olarak bazı obsesyon ve kompülsiyonlar daha ön planda olabilir.
OKB ergenlik döneminde tedavi edilmezse, belirtiler yetişkinlikte daha kronik hale gelebilir. Özellikle obsesyonların sıklığı ve kompülsiyonların yoğunluğu artabilir. Ergenlikte başlayan OKB, bireyin sosyal ilişkilerini, akademik performansını ve genel yaşam kalitesini etkileyebilir. Bu dönemde destek alınmazsa, yetişkinliğe geçişte OKB belirtileri kalıcı hale gelebilir ve yaşamı daha da zorlaştırabilir.
Günümüz dünyasında ergenlerin karşılaştığı obsesyon ve kompülsiyonlar da değişiklik gösterebiliyor. Sosyal medyanın etkisiyle birlikte, görünümle ilgili kaygılar ya da başkalarının gözünde nasıl algılandığına dair obsesyonlar artış gösteriyor. Örneğin, bir ergenin sürekli olarak sosyal medya hesaplarını kontrol etmesi ya da kendini güvende hissetmek için defalarca fotoğraf çekmesi gibi davranışlar yaygın hale gelebiliyor. Başka bir örnek olarak, ergenin “ailem kazaya uğrayacak mı?” şeklinde tekrarlayıcı bir düşünceye kapılması ve bu düşünceyi uzaklaştırmak için sürekli kapı kilidini kontrol etmesi verilebilir.
Ergenlerde OKB’yi tanımak zor olabilir. Çoğu zaman obsesyonlar ve kompülsiyonlar, ergenin “tuhaf” veya “gereksiz” bulabileceği düşünce ve davranışlar olarak algılanır. Ancak bu belirtiler sıklaştıkça ve ergenin hayatını ciddi şekilde etkilemeye başladığında dikkat çekici hale gelir. OKB'nin en belirgin işaretlerinden biri, kişinin bu düşüncelerin ve davranışların mantıksız olduğunu bilmesine rağmen, onları engelleyememesidir.
Genetik faktörler, aile içi stres, çevresel baskılar, travmatik deneyimler ve hormonal değişiklikler de tetikleyici rol oynayabilir. Bu dönemde ailelerin, çocuklarının kaygı düzeyini gözlemlemeleri ve destekleyici bir yaklaşım sergilemeleri önemlidir.
Psikolog Duru Erdem ,'' Ergenlerde OKB’nin tedavisinde en etkili yöntemlerden biri Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)’dir. BDT, obsesif düşüncelerle başa çıkmayı ve kompülsif davranışları azaltmayı hedefleyen bir yaklaşımdır. Bu terapide kullanılan Maruz Bırakma ve Tepki Önleme (ERP) yöntemi de ergenin, kaygı yaratan düşünceyle yüzleşmesine ve kompülsif davranışı yapmaktan kaçınmasına yardımcı olur. Aile desteği de bu süreçte büyük önem taşır. Ailenin, ergenin duygusal desteğe ihtiyaç duyduğu bu dönemde yanında olması çok önemlidir. Ergenin davranışlarının anlaşılmadığını hissetmesi kaygıyı daha da artırabilir. Bu yüzden ailenin süreci anlaması ve kabul etmesi tedaviyi destekleyici bir faktördür. Aile terapisi de ailenin ergenle sağlıklı bir iletişim kurmasını sağlamak için yararlı olabilir.'' dedi.
(Haber Merkezi)
ABDULVAHİT GÜRASLAN