Gelenek ve toplumsal adetlerle ilişkisinde din genellikle mağlup olur. Her çatışma alanında gelenek otoritesini muhafaza ederek dini bir 'bastona' dönüştürerek maksatları için istimal eder. 'Din istismarı' denilen şey, geleneği ortaya çıkartan bireysel ve toplumsal ihtiyaçların tükenmez hırsıdır. Eleştirel düşüncenin yeterli olmadığı toplumlarda gelenek ile dini temyiz edebilecek serinkanlı bir ayıklama yapmak bir yana din adına söz konusu gelenekleri savunmak dini vecibe haline gelir. Bu durumda insanın önünde ikili bir sorun çıkar. Hem din ile hem gelenekle hesaplaşma! Bu bağlamda İslam'ın ortaya çıkışını gelenek eleştirisi hatta reddi olarak okumak mümkündür. Bilhassa çağdaş dünyada dini doğru anlamanın en önemli meselelerinden birisi bu temyizin yapılmasıdır. Dini algımızın üzerinde ciddi bir gelenek baskısı vardır. Gelenekle ilişkide dini araç haline getiren ilişkinin iyi örneklerinden birisi edep kavramındaki anlam daralması ve hatta bozulmasıdır. Edep ahlakın yazılı olan ve olmayan kurallarını havi genel bir kavramdır. Müslümanlar, Allah'a karşı edep, peygambere karşı edep, müminlere karşı edep diye başlayan genel literatür içinde edep meselesini en geniş sınırlarıyla ele almıştır. İlk ahlak eserleri edep literatürü olarak bilinegelmiştir. Hz. Peygamber, 'Bana edebi rabbim öğretti, ne güzel öğretti' dedi. Bu hadis edebin sınırlarını çizer. Edep, Hz. Peygamber'in Allah'tan öğrendiği ahlakın kendisidir. Artık edebin ne olduğu sorusu üzerinde tartışmak anlamsızdır. Peygamberin edebi neyse müminler için edep odur. Müslümanlar, bu hadis ile 'Ben ahlakı tamamlamak için gönderildim' hadisini birbirine bağlayarak edebi Allah'a giden bir yol saymışlardır. Böyle bir edebin kıymetini ise nefis cümlelerle anlatmışlardır. Levhalara yazdıkları 'Edeb ya Hû' ile birlikte 'İlim meclisinde aradım kıldım ilmi talep, ilmi geride buldum illa edep illa edep' gibi cümleler meselenin ehemmiyetini anlamak için yeterlidir..
Anne-babanın aile içindeki otoritesini temin için çocuklara edep, öğretmenin eğitimdeki otoritesini ve belki yetersizliğini kapatmak üzere talebeye edep, büyüğün sınırsız hırslarını görmezden gelmek üzere küçüğe ve zayıfa edep! Velhasıl toplumdaki bir çok boşluğu görmezden gelmek üzere insana edep öğretmek için din gelenekçe yardıma çağrıldı. Sanki dinin gayesi insanı doğru bir ahlaka ve düşünceye taşıyarak onu 'özgürleştirmek' değil de, duygu ve zihin gelişimini öteleyerek toplumsal hiyerarşiye hizmetkar yetiştirmekti! Böyle bir yorumla edep sükut etmek, itiraz etmemek, görüşünü saklamak ve pasifleşmek anlamı kazandı. Bir de 'günah keçisi' lazımdı ve bulundu. Edep bu yorumuyla daha çok gençlerin ve bilhassa 'kızların ev ödevi' olmalıydı. Hz. Peygamber bütün insanlara ahlak numunesi olarak gönderildi. Onun ahlakı nasıl idiyse edebin öyle tanımlanması gerekir. Edebin gelenekteki yorumu bizi topluma yaklaştırabilir belki, lakin peygamberden uzaklaştıracağında bir tereddüt yoktur. 'Edepli insan' dediğimizde zihnimizde ne canlanır? Genellikle sakin ve hareketsiz bir insan olması beklenir. 'Ağır başlılık' neredeyse başını sallayamayacak kadar ağır -içi boş da olabilir- başa sahip olmak demektir gelenekte. 'Doğru söyle fakat her doğruyu her yerde söyleme' buyruğu sinsi bir yalancılığı edebin kurucu unsuru haline getirerek insanı iki yüzlü yapar. Hz. Peygamber'i örnek alan insanlar edepten söz ederken akla gelmesi gereken ilk şey, Allah'a karşı edeptir. Allah'a karşı edebin ilk şartı ise sıdk ve doğruluk üzere imandır. Bir insanda Allah'a karşı sıdk ve iman yoksa onun edebinden söz etmemiz dini ciddiye almamak demektir. Sıdk yani doğruluk sadece doğru söz söylemek anlamına gelmez, 'pasif yalanı' kesin bir şekilde reddetmek demektir. İslam'da edebin kurucu unsurlarından birisi 'alemlere rahmet olanın' temel ahlakı olan merhamettir. Merhamet ile insan çevresine karı edeple hareket eder, insanlara ve bütün varlığa merhametle bakar. Merhametin bu anlamıyla özdeşi, her şeyi yerli yerinde görebilecek saygı iken onun zıddı insanı bazen yalancı genellikle riyakar kılan kibirdir. Edep kibirle bağdaşmazken merhamet edebin kurucu unsurudur. Buna öteki nitelikleri eklemek güç değildir. Edebin şartları cömertlik, affedicilik, sevgi, cesarettir. Böyle bir edep, geleneğin aracı haline gelmekten çıkarak insanı kendi arzuları ve topluma karşı özgürleştiren dinamik bir kavrama dönüşerek kadın-erkek herkesin vazgeçilmez düsturu haline gelir..
Anne-babanın aile içindeki otoritesini temin için çocuklara edep, öğretmenin eğitimdeki otoritesini ve belki yetersizliğini kapatmak üzere talebeye edep, büyüğün sınırsız hırslarını görmezden gelmek üzere küçüğe ve zayıfa edep! Velhasıl toplumdaki bir çok boşluğu görmezden gelmek üzere insana edep öğretmek için din gelenekçe yardıma çağrıldı. Sanki dinin gayesi insanı doğru bir ahlaka ve düşünceye taşıyarak onu 'özgürleştirmek' değil de, duygu ve zihin gelişimini öteleyerek toplumsal hiyerarşiye hizmetkar yetiştirmekti! Böyle bir yorumla edep sükut etmek, itiraz etmemek, görüşünü saklamak ve pasifleşmek anlamı kazandı. Bir de 'günah keçisi' lazımdı ve bulundu. Edep bu yorumuyla daha çok gençlerin ve bilhassa 'kızların ev ödevi' olmalıydı. Hz. Peygamber bütün insanlara ahlak numunesi olarak gönderildi. Onun ahlakı nasıl idiyse edebin öyle tanımlanması gerekir. Edebin gelenekteki yorumu bizi topluma yaklaştırabilir belki, lakin peygamberden uzaklaştıracağında bir tereddüt yoktur. 'Edepli insan' dediğimizde zihnimizde ne canlanır? Genellikle sakin ve hareketsiz bir insan olması beklenir. 'Ağır başlılık' neredeyse başını sallayamayacak kadar ağır -içi boş da olabilir- başa sahip olmak demektir gelenekte. 'Doğru söyle fakat her doğruyu her yerde söyleme' buyruğu sinsi bir yalancılığı edebin kurucu unsuru haline getirerek insanı iki yüzlü yapar. Hz. Peygamber'i örnek alan insanlar edepten söz ederken akla gelmesi gereken ilk şey, Allah'a karşı edeptir. Allah'a karşı edebin ilk şartı ise sıdk ve doğruluk üzere imandır. Bir insanda Allah'a karşı sıdk ve iman yoksa onun edebinden söz etmemiz dini ciddiye almamak demektir. Sıdk yani doğruluk sadece doğru söz söylemek anlamına gelmez, 'pasif yalanı' kesin bir şekilde reddetmek demektir. İslam'da edebin kurucu unsurlarından birisi 'alemlere rahmet olanın' temel ahlakı olan merhamettir. Merhamet ile insan çevresine karı edeple hareket eder, insanlara ve bütün varlığa merhametle bakar. Merhametin bu anlamıyla özdeşi, her şeyi yerli yerinde görebilecek saygı iken onun zıddı insanı bazen yalancı genellikle riyakar kılan kibirdir. Edep kibirle bağdaşmazken merhamet edebin kurucu unsurudur. Buna öteki nitelikleri eklemek güç değildir. Edebin şartları cömertlik, affedicilik, sevgi, cesarettir. Böyle bir edep, geleneğin aracı haline gelmekten çıkarak insanı kendi arzuları ve topluma karşı özgürleştiren dinamik bir kavrama dönüşerek kadın-erkek herkesin vazgeçilmez düsturu haline gelir..