Hayâtın huzuru “veren el” olmakla devam ediyor…
Almak “büyük sorumluluktur”, yüktür. Taşımak, yürek ister.
Oysa, hiçbir verilen, yük değildir, karşılıksız değildir.
Karşılıksız vermek, sâdece Allâh’a mahsustur.
Yaratan dahi, verdiklerinin karşılığında “samimi kulluk” istiyor yine kulun kendi menfaati için…
Rabbimizin bizim ibâdetlerimize ihtiyâcı mı var?
Yani, veren de esâsen kendi kazancı için veriyor…
Bir bakıma, almak azaltıyor, tüketiyor; vermek te artırıyor, bereketlendiriyor da denebilir.
Elimiz dilimize/ağzımıza, ağzımız midemize, midemiz bütün hücrelerimize…
Her hücre, her âzâ diğerine bir şey veriyor.
Başımız ağrısa, beynimiz ondan rahatsızlık duyuyor ve hemen harekete geçiyor, şifâ bulmak, şifâ olmak için…
Âlim, cehâletin yok olması için ilminden veriyor/ vermelidir.
Hâkim, adlinden veriyor, adâletin tesisi için…
Seven, sevgi yaşasın diye sevgisinden veriyor…
Merhamet eden, acıları dindirmek için merhametini gösteriyor.
Güneş, ışığından veriyor dünya karanlıklar içerisinde kalmasın diye.
Ay, gecenin zifiri karanlığını dağıtıyor ki, Allâh’ın mü’min kullarının üzerine sekînet insin ve huzûr içerisinde istirahat etsinler diye…
Nebâtât meyvesini, sebzesini veriyor, ağzımızın tadı bozulmasın, bedenlerimiz beslensin diye.
Kalbinin katılığından şikâyet edip Rasûlullâh’a başvuran birisine Efendimiz; “Yetimin başını okşa, fâkirin karnını doyur!” buyuruyor.
Yine Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz; “Mü’minler, sevgi ve şefkatte, merhamette bir vücut gibidirler. O vücudun bir âzâsı hastalansa, diğerleri hemen onun yardımına koşar, acısını paylaşırlar” buyuruyor.
Verdiğimiz şeyler kendimiz için olduğuna göre, alan kimseyi de minnet altında bulundurarak eziyet etmemeliyiz.
İnsan, her verdiğinin karşılığında seviniyor, sevindiriyor ve mutluluk vesilesi oluyorsa, verdiğinin anlık karşılığını da almış oluyor.
Eczacıya parasını verip ilaçları aldığımızda nasıl ki onun başına kakmıyor ve onu minnet altında bırakmıyorsak, insanlara verdiklerimizin de karşılığını alıyoruz, onları da minnet altında tutamayız.
“Ey îmân edenler! Başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle sadakalarınızı boşa çıkarmayın..!” (Bakârâ, 2/264)
Ve “o mü’minler ki, gayba îmân ederler, namazı ikâme ederler, KENDİLERİNE VERMİŞ OLDUĞUMUZ RIZIKTAN DA İNFÂK EDERLER.” (Bakârâ, 2/4)
Demek ki, elimizdekiler bize ait değil, elimizdekine hükmeden var ve bizden, ihtiyâcımız dışında kalan kısmını infâk etmemizi istiyor.
Seven, “sevdiğine en çok sevdiğini” verendir.
Bizi “veren el” olanlardan kıl Yâ Rab!
Arefesinde bulunduğumuz kutlu rahmet, merhamet ve mağfiret ikliminin bilinç ve idrâkini Rabbimiz mü’min kullarına yaşatsın ve en güzel istifâdeyi sağlamayı nasip eylesin. (Âmin).
Almak “büyük sorumluluktur”, yüktür. Taşımak, yürek ister.
Oysa, hiçbir verilen, yük değildir, karşılıksız değildir.
Karşılıksız vermek, sâdece Allâh’a mahsustur.
Yaratan dahi, verdiklerinin karşılığında “samimi kulluk” istiyor yine kulun kendi menfaati için…
Rabbimizin bizim ibâdetlerimize ihtiyâcı mı var?
Yani, veren de esâsen kendi kazancı için veriyor…
Bir bakıma, almak azaltıyor, tüketiyor; vermek te artırıyor, bereketlendiriyor da denebilir.
Elimiz dilimize/ağzımıza, ağzımız midemize, midemiz bütün hücrelerimize…
Her hücre, her âzâ diğerine bir şey veriyor.
Başımız ağrısa, beynimiz ondan rahatsızlık duyuyor ve hemen harekete geçiyor, şifâ bulmak, şifâ olmak için…
Âlim, cehâletin yok olması için ilminden veriyor/ vermelidir.
Hâkim, adlinden veriyor, adâletin tesisi için…
Seven, sevgi yaşasın diye sevgisinden veriyor…
Merhamet eden, acıları dindirmek için merhametini gösteriyor.
Güneş, ışığından veriyor dünya karanlıklar içerisinde kalmasın diye.
Ay, gecenin zifiri karanlığını dağıtıyor ki, Allâh’ın mü’min kullarının üzerine sekînet insin ve huzûr içerisinde istirahat etsinler diye…
Nebâtât meyvesini, sebzesini veriyor, ağzımızın tadı bozulmasın, bedenlerimiz beslensin diye.
Kalbinin katılığından şikâyet edip Rasûlullâh’a başvuran birisine Efendimiz; “Yetimin başını okşa, fâkirin karnını doyur!” buyuruyor.
Yine Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz; “Mü’minler, sevgi ve şefkatte, merhamette bir vücut gibidirler. O vücudun bir âzâsı hastalansa, diğerleri hemen onun yardımına koşar, acısını paylaşırlar” buyuruyor.
Verdiğimiz şeyler kendimiz için olduğuna göre, alan kimseyi de minnet altında bulundurarak eziyet etmemeliyiz.
İnsan, her verdiğinin karşılığında seviniyor, sevindiriyor ve mutluluk vesilesi oluyorsa, verdiğinin anlık karşılığını da almış oluyor.
Eczacıya parasını verip ilaçları aldığımızda nasıl ki onun başına kakmıyor ve onu minnet altında bırakmıyorsak, insanlara verdiklerimizin de karşılığını alıyoruz, onları da minnet altında tutamayız.
“Ey îmân edenler! Başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle sadakalarınızı boşa çıkarmayın..!” (Bakârâ, 2/264)
Ve “o mü’minler ki, gayba îmân ederler, namazı ikâme ederler, KENDİLERİNE VERMİŞ OLDUĞUMUZ RIZIKTAN DA İNFÂK EDERLER.” (Bakârâ, 2/4)
Demek ki, elimizdekiler bize ait değil, elimizdekine hükmeden var ve bizden, ihtiyâcımız dışında kalan kısmını infâk etmemizi istiyor.
Seven, “sevdiğine en çok sevdiğini” verendir.
Bizi “veren el” olanlardan kıl Yâ Rab!
Arefesinde bulunduğumuz kutlu rahmet, merhamet ve mağfiret ikliminin bilinç ve idrâkini Rabbimiz mü’min kullarına yaşatsın ve en güzel istifâdeyi sağlamayı nasip eylesin. (Âmin).