“Biz Allah içiniz (!)” evet;
Bencilleşen dünya hayatımız, dünyevileşen yaşantımız, kin ve nefret yüklü yüreklerimiz, çıkarlarımızdan başka bir şey için dönmeyen çarkımız, eğri- büğrü saflarımız, cansız ve şevksiz cemaatlerimiz ve hikmeti olmayan dâvetlerimiz, bizim olmayan ve kontrol edemediğimiz gençliğimiz, “uzaktan kumandalı, kablolu-kablosuz” çocuklarımız…
“Biz Allah içiniz (!)”
Kararsız, yüreksiz, gönülsüz, güçsüz, iradesiz, yüreksiz… Aşk yok, şevk yok, tevekkül, tefekkür, tezekkür yok!
İlimden nasibini almamış zannî inançlar, amele faydası dokunmayan ilim(!)ler, kötülükleri önlemeyen namazlarımız, hayatımızı çepe-çevre kuşatan lehv ve lağviyâtımız, inançlarımızdaki cahili tortular ve kalıntılarımız, şeytânın dürtmeleri, günahlara yol aramak için adını felsefe koyduğumuz felsefî şüphe ve düşüncelerimiz, “…o halde mü’min iseniz onlardan korkmayın, Ben’den korkun!” (Al-i İmran: 175) İkazını unutup, O’ndan başka her şeyden korkan beşerî duruşumuz ve ideolojik takıntılarımız…
Çünkü “Biz Allah içiniz (!)”
Yüzlerimizi kızart (an) mayan televizyonlarımız, Cim-Bom, Kara Kartal, Sarı Kanarya’larımız, “Bu Tarz Benim, Bu Hayat Benim, Bu Stil Benim, Bu Benim Tarzım” usûlü dibe vuran hayâsızlıklarımız, “yetenek (siz) siniz, yetenek sensin Türkiye’m” saçmalıklarımız ve “çoook güzel hareketler bunlar” adında zamparalıklarımız…
Herkes bilsin ki, “biz Allâh için(!)iz!”
Zihinler bulanık, fikirler dağınık, psikolojiler bozuk, beyinler satılmış, yürekler evhâmlı… Nesiller yönsüz, yön verenler kararsız, yürütenler irade ve üretkenlikten, şecaatten, adâletten mahrum…
Hayâ sıyrılmış, inmiş öyle yüzsüzlük ki her yerde…
Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!
Vefa yok, ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bi-medlûl;
Yalan râyic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.
Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;
Nazarlardan taşan manâ ibâdullâhı istihkaâr! (M.A. Ersoy)
“Evet, kuşkusuz bizler Allah için(!)iz…”
Çok mu karanlık bir tablo oldu yoksa? Allah için olduğumuzu söyleyen bizler, “hesaplar kurarken” Allah’ı hesâba katıyor muyuz? Allah’ın ilmini ve irâdesini, kudretini üstümüzde hissediyor muyuz? “Biz Allah içiniz” demeye cesaretimiz var mı? Allah için olmaya yüreğimiz yetiyor mu?
Bencilleşen dünya hayatımız, dünyevileşen yaşantımız, kin ve nefret yüklü yüreklerimiz, çıkarlarımızdan başka bir şey için dönmeyen çarkımız, eğri- büğrü saflarımız, cansız ve şevksiz cemaatlerimiz ve hikmeti olmayan dâvetlerimiz, bizim olmayan ve kontrol edemediğimiz gençliğimiz, “uzaktan kumandalı, kablolu-kablosuz” çocuklarımız…
“Biz Allah içiniz (!)”
Kararsız, yüreksiz, gönülsüz, güçsüz, iradesiz, yüreksiz… Aşk yok, şevk yok, tevekkül, tefekkür, tezekkür yok!
İlimden nasibini almamış zannî inançlar, amele faydası dokunmayan ilim(!)ler, kötülükleri önlemeyen namazlarımız, hayatımızı çepe-çevre kuşatan lehv ve lağviyâtımız, inançlarımızdaki cahili tortular ve kalıntılarımız, şeytânın dürtmeleri, günahlara yol aramak için adını felsefe koyduğumuz felsefî şüphe ve düşüncelerimiz, “…o halde mü’min iseniz onlardan korkmayın, Ben’den korkun!” (Al-i İmran: 175) İkazını unutup, O’ndan başka her şeyden korkan beşerî duruşumuz ve ideolojik takıntılarımız…
Çünkü “Biz Allah içiniz (!)”
Yüzlerimizi kızart (an) mayan televizyonlarımız, Cim-Bom, Kara Kartal, Sarı Kanarya’larımız, “Bu Tarz Benim, Bu Hayat Benim, Bu Stil Benim, Bu Benim Tarzım” usûlü dibe vuran hayâsızlıklarımız, “yetenek (siz) siniz, yetenek sensin Türkiye’m” saçmalıklarımız ve “çoook güzel hareketler bunlar” adında zamparalıklarımız…
Herkes bilsin ki, “biz Allâh için(!)iz!”
Zihinler bulanık, fikirler dağınık, psikolojiler bozuk, beyinler satılmış, yürekler evhâmlı… Nesiller yönsüz, yön verenler kararsız, yürütenler irade ve üretkenlikten, şecaatten, adâletten mahrum…
Hayâ sıyrılmış, inmiş öyle yüzsüzlük ki her yerde…
Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!
Vefa yok, ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bi-medlûl;
Yalan râyic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.
Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;
Nazarlardan taşan manâ ibâdullâhı istihkaâr! (M.A. Ersoy)
“Evet, kuşkusuz bizler Allah için(!)iz…”
Çok mu karanlık bir tablo oldu yoksa? Allah için olduğumuzu söyleyen bizler, “hesaplar kurarken” Allah’ı hesâba katıyor muyuz? Allah’ın ilmini ve irâdesini, kudretini üstümüzde hissediyor muyuz? “Biz Allah içiniz” demeye cesaretimiz var mı? Allah için olmaya yüreğimiz yetiyor mu?