Öyle ki, şehvetini yenen kimse, meleklerden daha yüce mertebeye erişebilir. Çünkü meleklerin varlığı, şehvetsiz akıldan ibarettir. Şehvetlerine mağlûp olan insan ise, hayvanlardan daha aşağı seviyeye düşer. “Bel hum edallu sebîla” fermânında tarif edilen “esfel-i sâfilîn” çukuruna dûçar olur. Zira hayvanlarda şehvet var, düşünce-akıl yoktur. İnsan, ikisine de sahip olduğu için kendisini hayvanlardan ayırmak ve üstün tutmak zorundadır.
Her müslüman, gizlide-âşikâr olanda, tenhâda-kalabalıklar arasında, her zaman ve zemînde, Allâh’tan korkmak ve yasaklarından sakınmak, şüpheli olan hallerden uzak durmak, kötü yollara düşürecek olan arkadaşlık-dostluklardan uzak durmak, hudutları korumak ve rızâ-i ilâhî istikametinde sabit-kadem olmakla insan-ı kâmil mertebesine erişebilir.
Bizi ne Amerika, ne İsrâil, ne Rusya yenemez, emperyalist güçler bizimle baş edemez, kurulan hile ve tuzakları Allâh’ın izniyle bu millet tarih boyunca bozdu ve bozmaya devam edecektir. Ancak bizi, tutkularını gemleyemediğimiz nefsimiz yenebilir. Kendine hâkim olan âilesine, âilesine hâkim olan çevresine, çevresine hâkim olan milletine, milletine hâkim olan da bütün bir ümmete hâkim olup sevk ve idare edebilir. Ancak nefs devreye girdiğinde hâkimiyet yerle bir oluyorsa, işte onunla mücâdele etmek büyük cihâddır ve azametli bir sabrı, mukâvemeti ve sebâtı gerektirir. Allah bizleri bu mücâhedeye muvaffak kılsın.
“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.” (Mâide, 5/105)
Yalnız düşmanla savaşmayı, düşmanlara karşı hesap ve planlar yapıp cihâd etmeyi düşünürken, nefisleriyle olan mücâhedeyi ihmâl edenler, yanlış yola girmiş olurlar. Zira bunu bir teşbîh yoluyla izâh etmek gerekirse; “kale müdâfaa edilecekse eğer, önce içinin sağlam olmasına dikkat edilir. Kale içten bozuk ve karışıklık halinde ise eğer, o bozukluklarla müdâfaya kalkışmak, hezimetle ve hüsrânla neticelenecektir.”
Her müslüman, gizlide-âşikâr olanda, tenhâda-kalabalıklar arasında, her zaman ve zemînde, Allâh’tan korkmak ve yasaklarından sakınmak, şüpheli olan hallerden uzak durmak, kötü yollara düşürecek olan arkadaşlık-dostluklardan uzak durmak, hudutları korumak ve rızâ-i ilâhî istikametinde sabit-kadem olmakla insan-ı kâmil mertebesine erişebilir.
Bizi ne Amerika, ne İsrâil, ne Rusya yenemez, emperyalist güçler bizimle baş edemez, kurulan hile ve tuzakları Allâh’ın izniyle bu millet tarih boyunca bozdu ve bozmaya devam edecektir. Ancak bizi, tutkularını gemleyemediğimiz nefsimiz yenebilir. Kendine hâkim olan âilesine, âilesine hâkim olan çevresine, çevresine hâkim olan milletine, milletine hâkim olan da bütün bir ümmete hâkim olup sevk ve idare edebilir. Ancak nefs devreye girdiğinde hâkimiyet yerle bir oluyorsa, işte onunla mücâdele etmek büyük cihâddır ve azametli bir sabrı, mukâvemeti ve sebâtı gerektirir. Allah bizleri bu mücâhedeye muvaffak kılsın.
“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.” (Mâide, 5/105)
Yalnız düşmanla savaşmayı, düşmanlara karşı hesap ve planlar yapıp cihâd etmeyi düşünürken, nefisleriyle olan mücâhedeyi ihmâl edenler, yanlış yola girmiş olurlar. Zira bunu bir teşbîh yoluyla izâh etmek gerekirse; “kale müdâfaa edilecekse eğer, önce içinin sağlam olmasına dikkat edilir. Kale içten bozuk ve karışıklık halinde ise eğer, o bozukluklarla müdâfaya kalkışmak, hezimetle ve hüsrânla neticelenecektir.”