Matbaamız Yenicami’nin 100 metre yakınındaydı. Doğru Yenicami’ye koştum. Abdülgani Türkmen’in iddiası doğruydu. Kürt Hoca vaazını bitirmişti. Cemaat dağılmak üzere ayağa kalkmıştı. Kürt Hoca da arkasında destekçileri olduğu halde, sanki meydan savaşı kazanmış, muzaffer bir kumandan edasıyla caminin harem dairesinden çıkıyordu. Kendisine doğru yürüdüm. Avlunun ortasında yüzyüze geldik. Hocanın azametle, başı dimdik yukarda ilerlemesine dayanamadım. Gençliğin verdiği heyecanla Kürt Hoca’nın karşısına dikilerek yolunu kestim ve:
-Şapka giyenler kafir mi hoca, diye sordum.
-Evet kafirdir. Deyince bağırdım:
-Sensin kafir…
Bu beklenmedik çıkışım üzerine Kürt Hoca’nın arkasında kendisini koruyan, destekleyen yobazlar “Öldürün bu kâfiri…” diye bağırdılar, cemaati de üzerime saldırttılar. Bir anda yüzlerce insanın üzerime çullandığını, sopa ve taşlarla beni linç etmeye çalıştıklarını görünce şaşaladım. Hiçbir hazırlığım yoktu. Camiye tek başıma gelmiştim. Can havliyle sığınacak yer aradım. Avlunun sağ tarafındaki medreselere çıkılan taş merdivenler gözüme ilişti. Kendimi bu merdivenlerin altına attım. Saldırganların bana hedeflediği sopa ve taşlar merdivenlere çarpıyor ve gözü dönmüş bu yobaz saldırısına karşı beni koruyordu. Cemaat arasında beni mütecavizlerin elinden kurtarmaya savaşanlardan Tahir Karadal, kunduraca Abbuş Sürmeli ve seyyar tatlıcılık yapan “Dede” lakabıyla anılan Şevket adlı şahsın saldırıdan nasiplerini aldığını, yaralandıklarını, kanlar içinde kaldıklarını gördüm. Ölümle burun burunaydım. Sonum yaklaştı diye düşünüyordum. Tam bu sırada beraberinde maiyeti olduğu halde Kaymakam Muhtar Bey olay yerine yetişti. Arkadan da jandarmalar geldi. Bu sayede yobazların elinde linç edilmekten, mutlak bir ölümden kurtulmuş oldum. Kendimi yokladım.. hafif birkaç yara bereden başka bir şeyim yoktu.
Bu olayda hayatımı. Önce caminin taş merdivenlerine(bu merdivenler hala yerindedir), sonra beni kurtarmaya savaşan fedakar üç kişiye, daha sonra da Kaymakam Muhtar Bey’e borçluyum.
Olay şehirde bomba etkisi yaptı. Bu etkinin tepkisiyle Antakya’da ertesi gün yüzlerce genç şapka giydi. Bu arada ben de hayatım pahasına da olsa Hatay’da şapka devrimine hizmet etmiş olduğum için durumdan sevinçli idim.
“Yenicami”deki linç girişiminin ertesi günü Antakya Sulh Mahkemesi’nde beni linç ettirmek isteyenlere dava açtım. Yargıç Abdulvahap Abyad adında Şamlı bir Araptı. Suçlular hakkında soruşturma başlatıldı ve kendilerine celp çıkarıldı. Celp çıkarılanlar hasta olduklarını bildiren raporlarla ilk celseye gelmediler. İkinci celseye gene gelmeyip rapor gönderdiler. Mahkemece üçüncü celp çıkarıldı, duruşmaya gene gelen olmadı. Oysaki sanıklar sapasağlam çarşıda pazarda dolaşıyordu. Son celsede yargıca şunları söyledim:
-Anlaşılıyor ki mahkeme ve hükümet sanıkları huzurunuza getirmekten acizdir. Bu itibarla davamdan vazgeçiyorum. Dosyayı kapatınız…
Yargıç gülümsedi, hiç ses çıkarmadı. Avukatım Firuz Hanzad kulağıma “Yahu ne yaptın… Bu sözlerin mahkemeyi ve hükümeti tahkirdir..” diye fısıldadı. Omuzlarımı silktim.
Hatay Kurtuluş Savaşının bu önemli bölümünü, içinde yaşamış bir insan olarak özet halinde devrimci gençliğe sunmakla kıvanç duyarım.
Not: Kürt Hoca aslen Kürt kökenliydi. Antakya’ya yerleşmiş ve büyük itibar görmüştü. Bu gerici ve tehlikeli yobazın sonradan İngiliz Intelligence Servisine bağlı bir İngiliz ajanı. Korkunç bir casus olduğunu öğrenmiştik. Hatay’ın Anayurda katılmasından birkaç gün önce de Antakya’dan kaçarak Halep’e yerleşmiş ve orda ölmüştür.
-Şapka giyenler kafir mi hoca, diye sordum.
-Evet kafirdir. Deyince bağırdım:
-Sensin kafir…
Bu beklenmedik çıkışım üzerine Kürt Hoca’nın arkasında kendisini koruyan, destekleyen yobazlar “Öldürün bu kâfiri…” diye bağırdılar, cemaati de üzerime saldırttılar. Bir anda yüzlerce insanın üzerime çullandığını, sopa ve taşlarla beni linç etmeye çalıştıklarını görünce şaşaladım. Hiçbir hazırlığım yoktu. Camiye tek başıma gelmiştim. Can havliyle sığınacak yer aradım. Avlunun sağ tarafındaki medreselere çıkılan taş merdivenler gözüme ilişti. Kendimi bu merdivenlerin altına attım. Saldırganların bana hedeflediği sopa ve taşlar merdivenlere çarpıyor ve gözü dönmüş bu yobaz saldırısına karşı beni koruyordu. Cemaat arasında beni mütecavizlerin elinden kurtarmaya savaşanlardan Tahir Karadal, kunduraca Abbuş Sürmeli ve seyyar tatlıcılık yapan “Dede” lakabıyla anılan Şevket adlı şahsın saldırıdan nasiplerini aldığını, yaralandıklarını, kanlar içinde kaldıklarını gördüm. Ölümle burun burunaydım. Sonum yaklaştı diye düşünüyordum. Tam bu sırada beraberinde maiyeti olduğu halde Kaymakam Muhtar Bey olay yerine yetişti. Arkadan da jandarmalar geldi. Bu sayede yobazların elinde linç edilmekten, mutlak bir ölümden kurtulmuş oldum. Kendimi yokladım.. hafif birkaç yara bereden başka bir şeyim yoktu.
Bu olayda hayatımı. Önce caminin taş merdivenlerine(bu merdivenler hala yerindedir), sonra beni kurtarmaya savaşan fedakar üç kişiye, daha sonra da Kaymakam Muhtar Bey’e borçluyum.
Olay şehirde bomba etkisi yaptı. Bu etkinin tepkisiyle Antakya’da ertesi gün yüzlerce genç şapka giydi. Bu arada ben de hayatım pahasına da olsa Hatay’da şapka devrimine hizmet etmiş olduğum için durumdan sevinçli idim.
“Yenicami”deki linç girişiminin ertesi günü Antakya Sulh Mahkemesi’nde beni linç ettirmek isteyenlere dava açtım. Yargıç Abdulvahap Abyad adında Şamlı bir Araptı. Suçlular hakkında soruşturma başlatıldı ve kendilerine celp çıkarıldı. Celp çıkarılanlar hasta olduklarını bildiren raporlarla ilk celseye gelmediler. İkinci celseye gene gelmeyip rapor gönderdiler. Mahkemece üçüncü celp çıkarıldı, duruşmaya gene gelen olmadı. Oysaki sanıklar sapasağlam çarşıda pazarda dolaşıyordu. Son celsede yargıca şunları söyledim:
-Anlaşılıyor ki mahkeme ve hükümet sanıkları huzurunuza getirmekten acizdir. Bu itibarla davamdan vazgeçiyorum. Dosyayı kapatınız…
Yargıç gülümsedi, hiç ses çıkarmadı. Avukatım Firuz Hanzad kulağıma “Yahu ne yaptın… Bu sözlerin mahkemeyi ve hükümeti tahkirdir..” diye fısıldadı. Omuzlarımı silktim.
Hatay Kurtuluş Savaşının bu önemli bölümünü, içinde yaşamış bir insan olarak özet halinde devrimci gençliğe sunmakla kıvanç duyarım.
Not: Kürt Hoca aslen Kürt kökenliydi. Antakya’ya yerleşmiş ve büyük itibar görmüştü. Bu gerici ve tehlikeli yobazın sonradan İngiliz Intelligence Servisine bağlı bir İngiliz ajanı. Korkunç bir casus olduğunu öğrenmiştik. Hatay’ın Anayurda katılmasından birkaç gün önce de Antakya’dan kaçarak Halep’e yerleşmiş ve orda ölmüştür.