Bu memlekette yargı ne zaman tarafsız ve bağımsız olabildi?
“Önce asın, sonra dinleriz” deyip yüzlerce kişiyi idama gönderen İstiklal mahkemeleri mi tarafsızdı?
Yoksa “sizi buraya gönderen irade böyle istiyor” diye ünleyen yassıada mahkemeleri mi?
Belki de eften, püften nedenlerle kalem kırıp Deniz Gezmiş ve iki arkadaşını idama gönderen hakimler tarafsızlığın ve bağlantısızlığın sembollerini oluşturuyorlardı.
1980 darbesinde Kenan Evren’in elini öpmek için sıraya giren yargıçlar mı tarafsızdı, 17 yaşındaki genç insanın yaşını büyüterek idam kararını okuyan yargıçlar mı…
28 şubat döneminde askerlerden brifing alıp mahkeme kürsülerine koşan yargıçlara ne isim vermek gerekiyordu. Tiyatro oynayan genç amatörlere verdikleri onlarca yıl hapis cezası için şimdi tarafsızlık oyunu oynayanların hiç sesleri çıkmadığı gibi, alkış bile tutuyorlardı.
Mahkemeler adaletin değil zulmün kapıları olmuştu o sıralar.
Peki, Fetö’nün hakimiyet sağladığı zamanlarda mahkemelerin durumu çok mu iyi, çok mu tarafsızdı?
Hanefi Avcı’nın “Erken Uyarı” kitabını okuyunca mahkemelerde kurulan ve Emniyet birimleri ile TÜBİTAK’ın da ortak olduğu kumpasları daha somut görebiliyorsunuz.
Devrimci Karargah davası ve Odatv davaları ile nasıl oyunlar oynandığını, mahkemelerin birer Gülen kılıcı haline nasıl dönüştürüldüğünü açık ve net olarak görebiliyorsunuz.
Hanefi Avcı gibi hayatı muhafazakar bir insan olarak geçen birinin nasıl komik bir şekilde Devrimci karargah örgütü ile irtibatlandırıldığını, önce itibar suikastlarıyla insanların kamuoyu nezdinde nasıl itibarsızlaştırıldığını görebiliyorsunuz.
Mahkemelerin devlete bağlı olmak yerine nasıl Pensilvanya’ya bağlandığını, oralardan gelen emir ve talimatlar üzerine nasıl kamu vicdanını kanatan yaralar açtığını hep beraber müşahade edebiliyorsunuz.
Şair ne güzel söylemiş:
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Peki şimdi nasıl oluyor?
Kavurmacı ve Baklavacı Seyyidoğlu’nun muvazaalı bir şekilde tutukluluk halinin kaldırılmasını nereye yerleştireceğiz?
Dosyalarında kayda değer hiçbir şey olmamasına, içeri alınmadan önce bir takım mahfillerce içeri alınmakla tehdit edilip para sızdırılma isteğine red cevabıyla birlikte aylardır tutukluluğu devam eden ve halen hakkında iddianame düzenlenmeyen, bu nedenle işyerleri adeta iflas ettirilen Mahmut Narin’in tutukluluğunun devam etmesine ne diyeceğiz?
Adil Öksüz gibi darbenin göbeğinde yer almış Fetö’cüleri serbest bırakan hakimlerin bile aylarca sonra Fetö ilişkilerinden dolayı ihraç edilmelerini nasıl değerlendireceğiz?
Bulanık suda balık avlamaya çıkan bir takım fırsatçıların şantaj ve rant çetesi oluşturduklarını artık sağır sultanların bile duyduğu bir ortamda onları mahkeme önlerinde ne zaman göreceğiz.
Şunu söylemeye çalışıyorum.
Yeni kabul edilen Anayasa’ya göre hakimler tarafsız ve bağımsızdır.
Bu kulağa hoş gelmektedir.
Darbeciler yargılansın ve olabilecek en ağır cezaya çarptırılsın isteği tüm halkımızın ortak arzusudur.
Ancak adalet duygusu zedelenmemeli, geç gelen adaletin adalet olmadığı unutulmamalıdır. Yargıya güvenin temeli adalet duygusundan geçmektedir.
“Önce asın, sonra dinleriz” deyip yüzlerce kişiyi idama gönderen İstiklal mahkemeleri mi tarafsızdı?
Yoksa “sizi buraya gönderen irade böyle istiyor” diye ünleyen yassıada mahkemeleri mi?
Belki de eften, püften nedenlerle kalem kırıp Deniz Gezmiş ve iki arkadaşını idama gönderen hakimler tarafsızlığın ve bağlantısızlığın sembollerini oluşturuyorlardı.
1980 darbesinde Kenan Evren’in elini öpmek için sıraya giren yargıçlar mı tarafsızdı, 17 yaşındaki genç insanın yaşını büyüterek idam kararını okuyan yargıçlar mı…
28 şubat döneminde askerlerden brifing alıp mahkeme kürsülerine koşan yargıçlara ne isim vermek gerekiyordu. Tiyatro oynayan genç amatörlere verdikleri onlarca yıl hapis cezası için şimdi tarafsızlık oyunu oynayanların hiç sesleri çıkmadığı gibi, alkış bile tutuyorlardı.
Mahkemeler adaletin değil zulmün kapıları olmuştu o sıralar.
Peki, Fetö’nün hakimiyet sağladığı zamanlarda mahkemelerin durumu çok mu iyi, çok mu tarafsızdı?
Hanefi Avcı’nın “Erken Uyarı” kitabını okuyunca mahkemelerde kurulan ve Emniyet birimleri ile TÜBİTAK’ın da ortak olduğu kumpasları daha somut görebiliyorsunuz.
Devrimci Karargah davası ve Odatv davaları ile nasıl oyunlar oynandığını, mahkemelerin birer Gülen kılıcı haline nasıl dönüştürüldüğünü açık ve net olarak görebiliyorsunuz.
Hanefi Avcı gibi hayatı muhafazakar bir insan olarak geçen birinin nasıl komik bir şekilde Devrimci karargah örgütü ile irtibatlandırıldığını, önce itibar suikastlarıyla insanların kamuoyu nezdinde nasıl itibarsızlaştırıldığını görebiliyorsunuz.
Mahkemelerin devlete bağlı olmak yerine nasıl Pensilvanya’ya bağlandığını, oralardan gelen emir ve talimatlar üzerine nasıl kamu vicdanını kanatan yaralar açtığını hep beraber müşahade edebiliyorsunuz.
Şair ne güzel söylemiş:
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Peki şimdi nasıl oluyor?
Kavurmacı ve Baklavacı Seyyidoğlu’nun muvazaalı bir şekilde tutukluluk halinin kaldırılmasını nereye yerleştireceğiz?
Dosyalarında kayda değer hiçbir şey olmamasına, içeri alınmadan önce bir takım mahfillerce içeri alınmakla tehdit edilip para sızdırılma isteğine red cevabıyla birlikte aylardır tutukluluğu devam eden ve halen hakkında iddianame düzenlenmeyen, bu nedenle işyerleri adeta iflas ettirilen Mahmut Narin’in tutukluluğunun devam etmesine ne diyeceğiz?
Adil Öksüz gibi darbenin göbeğinde yer almış Fetö’cüleri serbest bırakan hakimlerin bile aylarca sonra Fetö ilişkilerinden dolayı ihraç edilmelerini nasıl değerlendireceğiz?
Bulanık suda balık avlamaya çıkan bir takım fırsatçıların şantaj ve rant çetesi oluşturduklarını artık sağır sultanların bile duyduğu bir ortamda onları mahkeme önlerinde ne zaman göreceğiz.
Şunu söylemeye çalışıyorum.
Yeni kabul edilen Anayasa’ya göre hakimler tarafsız ve bağımsızdır.
Bu kulağa hoş gelmektedir.
Darbeciler yargılansın ve olabilecek en ağır cezaya çarptırılsın isteği tüm halkımızın ortak arzusudur.
Ancak adalet duygusu zedelenmemeli, geç gelen adaletin adalet olmadığı unutulmamalıdır. Yargıya güvenin temeli adalet duygusundan geçmektedir.