Kuşkusuz bugün, değişen, küreselleşen, husûsî olmaktan çok umûmîleşen dünyamızın, en önemli parçası internettir. İnternete bağlı olarak gelişen sosyal hayat ise, husûsi ve umûmî hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. İnterneti kullanmadığımız alan neredeyse yok denecek kadar azdır ve tabiidir ki, sunduğu avantajların yanı sıra, hayatımıza ördüğü dezavantajlar da küçümsenecek gibi değil…
Gerçek hayatın karşısına dikilen alternatif bir hayattır bu hayat ve adı “sanal hayat”tır. Acıdır ki bu gün insana sunduğu cazip imkânlarla insanımızın aklını başından almış, câzibesinin tutkunu haline getirmiş, hayatın “olmazsa-olmaz” bir parçası olarak kendini kabul ettirmiş, daha da ötesinde kullanıcıların, mahrum bırakıldıklarında çeşitli yan etkiler göstererek saçma-sapan davranışlar sergilemesine, depresyona girmelerine, psikolojik bozukluklar sergilemelerine, gerçek hayatla uyum bozuklukları göstermelerine sebep olabilmiştir.
Şimdi karşımızdaki bu meseleyi eleştirerek, kötüleyerek, tehdit ederek hayatımızın dışına itebilmemiz mümkün mü? Değil. Ancak, hayatı sanal ortamda yaşamaya başlayan nesil, “duyarsızlık” ve “değersizlik” tehlikeleriyle karşı karşıya kalmıştır bu kesin. Saygı, sevgi vb. değerlerimizin sadece sanal ortamda sergilenmesi ve “anlık” olarak yapılması bunun en somut göstergesidir. “Klavye delikanlılığı/Klavye hocalığı” gibi unvanların ortaya çıkması da bu durumun eseridir.
Sosyal medyaya rağmen toplumsal değerlerimizin korunması çok önemlidir. Bu da “sosyal medya bilinci” ile sağlanabilir. Bu bilinç, elimizin altındakilere, sorumlu olduğumuz nesillere usulünce anlatıldığı zaman, belki karşımıza çıkan sanal zararların düzeyini asgari seviyeye indirmiş olabileceğiz. Hem anlatmak lazımdır ki, internet üzerinden yapılan selamlaşmalar, hatır sormalar, sohbetler “yüzyüze” ortamlarda çok daha samimi, inandırıcı, etkileyici ve dostâne olabilecektir. Çünkü muhatapların karşılıklı buluşmalarında göz-göze gelmeler, yüz iletişimi, jestler ve mimikler, söylenen sözlerin “sözün gücü” adına canlı olarak muhatabında bırakacağı tesirin olumlu yanlarını anlatmaya hâcet bile yoktur.
Sosyal medya ortamlarını “zararlı” olmaktan çok “tehlikeli” olarak tarif etmek daha doğru olur kanaatindeyiz. Zira kararınca kullanıldığında, durulması gereken yerde durulduğunda büsbütün, insan için bir takım kolaylıklar ve yararlar sağlayan bir materyalin “zararlı” olduğunu, söylemenin çok yararı olmayacaktır. Ancak, kullanma sınırlarını aştığımız zaman bizden “alıp götürdükleri”yle bizi ulaştıracağı tehlikeli boyutları hatırlatmak çok yerinde ve zorunlu bir davranış olacaktır.
Sosyal medya kullanımı konusunda ilk atacağımız adım, “sömürü ahlâkı(!)”ndan vazgeçmek olacaktır. Bunu bazı misallerle netleştirebiliriz:
Komşumuzu ziyarete gittiğimizde ilk soracağımız onun ahvâli olmak yerine hemen evindeki Wi-Fi’nin şifresini öğrenmek olmamalı… Böyle olunca, bu gibi düşüncedeki kimselerin sosyal ağları kullanması çok hayırlı olmayacaktır. Hafta boyu komşusunun kapısını çalmayı aklına getirmeyenler, internet üzerinden komşu kızının aklını çalmayı normal bir davranış olarak görüyorsa, bu gibi kimselerin sosyal ağları kullanması ile şeytanın ördüğü ağları kullanmasının bir farkı yoktur. Eş-dost, konu-komşu, hısım-akrabâ, yakın-uzak tanıdıklarımız için aylarca çalmadığımız kapılar, sosyal medya aracılığıyla çalınmaya ve bu sayede kalpler kazanılmaya çalışılıyorsa, bunun insan üzerinde bırakacağı müspet etki “sanal” olmaktan öteye geçmeyecektir.
Gerçek hayatın karşısına dikilen alternatif bir hayattır bu hayat ve adı “sanal hayat”tır. Acıdır ki bu gün insana sunduğu cazip imkânlarla insanımızın aklını başından almış, câzibesinin tutkunu haline getirmiş, hayatın “olmazsa-olmaz” bir parçası olarak kendini kabul ettirmiş, daha da ötesinde kullanıcıların, mahrum bırakıldıklarında çeşitli yan etkiler göstererek saçma-sapan davranışlar sergilemesine, depresyona girmelerine, psikolojik bozukluklar sergilemelerine, gerçek hayatla uyum bozuklukları göstermelerine sebep olabilmiştir.
Şimdi karşımızdaki bu meseleyi eleştirerek, kötüleyerek, tehdit ederek hayatımızın dışına itebilmemiz mümkün mü? Değil. Ancak, hayatı sanal ortamda yaşamaya başlayan nesil, “duyarsızlık” ve “değersizlik” tehlikeleriyle karşı karşıya kalmıştır bu kesin. Saygı, sevgi vb. değerlerimizin sadece sanal ortamda sergilenmesi ve “anlık” olarak yapılması bunun en somut göstergesidir. “Klavye delikanlılığı/Klavye hocalığı” gibi unvanların ortaya çıkması da bu durumun eseridir.
Sosyal medyaya rağmen toplumsal değerlerimizin korunması çok önemlidir. Bu da “sosyal medya bilinci” ile sağlanabilir. Bu bilinç, elimizin altındakilere, sorumlu olduğumuz nesillere usulünce anlatıldığı zaman, belki karşımıza çıkan sanal zararların düzeyini asgari seviyeye indirmiş olabileceğiz. Hem anlatmak lazımdır ki, internet üzerinden yapılan selamlaşmalar, hatır sormalar, sohbetler “yüzyüze” ortamlarda çok daha samimi, inandırıcı, etkileyici ve dostâne olabilecektir. Çünkü muhatapların karşılıklı buluşmalarında göz-göze gelmeler, yüz iletişimi, jestler ve mimikler, söylenen sözlerin “sözün gücü” adına canlı olarak muhatabında bırakacağı tesirin olumlu yanlarını anlatmaya hâcet bile yoktur.
Sosyal medya ortamlarını “zararlı” olmaktan çok “tehlikeli” olarak tarif etmek daha doğru olur kanaatindeyiz. Zira kararınca kullanıldığında, durulması gereken yerde durulduğunda büsbütün, insan için bir takım kolaylıklar ve yararlar sağlayan bir materyalin “zararlı” olduğunu, söylemenin çok yararı olmayacaktır. Ancak, kullanma sınırlarını aştığımız zaman bizden “alıp götürdükleri”yle bizi ulaştıracağı tehlikeli boyutları hatırlatmak çok yerinde ve zorunlu bir davranış olacaktır.
Sosyal medya kullanımı konusunda ilk atacağımız adım, “sömürü ahlâkı(!)”ndan vazgeçmek olacaktır. Bunu bazı misallerle netleştirebiliriz:
Komşumuzu ziyarete gittiğimizde ilk soracağımız onun ahvâli olmak yerine hemen evindeki Wi-Fi’nin şifresini öğrenmek olmamalı… Böyle olunca, bu gibi düşüncedeki kimselerin sosyal ağları kullanması çok hayırlı olmayacaktır. Hafta boyu komşusunun kapısını çalmayı aklına getirmeyenler, internet üzerinden komşu kızının aklını çalmayı normal bir davranış olarak görüyorsa, bu gibi kimselerin sosyal ağları kullanması ile şeytanın ördüğü ağları kullanmasının bir farkı yoktur. Eş-dost, konu-komşu, hısım-akrabâ, yakın-uzak tanıdıklarımız için aylarca çalmadığımız kapılar, sosyal medya aracılığıyla çalınmaya ve bu sayede kalpler kazanılmaya çalışılıyorsa, bunun insan üzerinde bırakacağı müspet etki “sanal” olmaktan öteye geçmeyecektir.