“İlerlemiş ülkelerde zaman çalışana yetmez, geri kalmış ülkelerde ise zaman geçmek bilmezmiş!”
İnsan üç şeyin kıymetini bilmelidir: Sıhhat, enerji, zaman. Dünya ve âhiretimizi cennete çevirebilmek, bu üçünün yerinde, sırasında ve usulünce değerlendirilmesine bağlıdır. İnsan, iyi veya kötü her ne başaracaksa iki şeyi kullanarak başaracaktır: Zamanı ve enerjisini. Bunları kullanabilmek için de sıhhat gereklidir.
Âdem (a.s) ile başlayan yolculuğumuzun belki de sona yaklaşan yolcularıyız. Yolculuk merhaleleri olarak ta Âlem’i ervah, dünya, berzah, mahşer, cennet-cehennem gibi istasyonlara uğruyoruz. Şu anda zamanın dünya merhalesini yaşıyoruz. Dünya günlerinin şu veya bu şekilde yaşanması irâdemize havâle edilmiştir. Zamanın değerlendirilmesi ve boşa harcanması, dünya günleriyle alâkalıdır. Dünya ötesinde de, varlığımızı bir şekilde sürdüreceğiz ama bu, o varlık mekânının şartlarına göre olacaktır.
Zaman akıp giden bir su, hayat dönüşü olmayan bir yolculuktur. Hayâtın yanlış yaşanmış kısımlarını yeniden, doğru bir şekilde yaşamak üzere, geriye dönmek mümkün değildir. Yarın, vazifelerini de beraberinde getirecektir. Olan olmuş, geçen geçmiştir. Gösterge mecbûri istikâmeti göstermektedir. Hayâtımızın her kararını doğru vermek durumundayız. Doğru kararlar ise, doğru bilgilere ve doğru düşüncelere dayanmalıdır ki isabet kaydetsin.
Kanaatimizce, doğru karar alabilmek ve aldığımız kararı isabetlice uygulayabilmek Kur’ân-ı Kerim’in “hidâyet” diye buyurduğu istikâmettir. “Her ânı, her günü o günün şartlarına göre yaşamak” diye bir meselemiz vardır. “Vaktin bizden istediğini iyi anlamak durumundayız. Zirâ vakitler muhteliftir. Vakit vardır, duâ vaktidir. Vakit vardır, sükût vaktidir. Vakit vardır, eylem vaktidir, vakit te vardır çarşı-Pazar dolaşma, tarla-bahçe çalışma vaktidir. Vakte ait bilgi, insana yine vakit içinde verilir. Kul duâ etmesine dâir işaret alırsa sükût etmesi uygun olur. Diğer durumlar da buna göredir.
“Zamanı değerlendirmek” her insan için aynı anlama gelmeyebilir. Bu noktada imân ve imâna istinâd eden bilgiler-duygular çok önemlidir. Sıradan bir insan, gününü gün etmekten başka bir şey düşünmezken, ciddi bir mü’min dakikasının hesabını yapabilir, yapmalıdır. Hayata iman gözüyle bakıldığında işin rengi değişir, çok önemli şeyler gündeme gelebilir. Birisi bol parayı şehveti-şöhreti öne alırken, diğeri niyeti, yapılan işin insanlık hayrına ne kazandırdığını önemseyebilir.
Zamânı değerlendirmek işimizin, mesleğimizin, ana meşguliyetimizin hakkını vermekle başlar. Bu hak verilemiyorsa, değerlendirmeden hiç söz etmemek gerekir. Mesleğin ifâsı, kul hakkıyla da, fazilet ve rezâlet ile de alâkalıdır. Kişi topluma, aldığı kadar veriyorsa bu adâlet, fazla veriyorsa fazilet, eksik veriyorsa rezâlet olur. Zaman şuûruna sâhip olmak bir kalite göstergesidir. “İleriliği” getiren de zaten bu kalitedir. Güzel yaşanmış zamanlar maddi ve mânevi bereketler getirdiği gibi, boşa harcanan zamanlar da bunalım ve sefâlet getirmiştir ve hep getirecektir.
İnsan üç şeyin kıymetini bilmelidir: Sıhhat, enerji, zaman. Dünya ve âhiretimizi cennete çevirebilmek, bu üçünün yerinde, sırasında ve usulünce değerlendirilmesine bağlıdır. İnsan, iyi veya kötü her ne başaracaksa iki şeyi kullanarak başaracaktır: Zamanı ve enerjisini. Bunları kullanabilmek için de sıhhat gereklidir.
Âdem (a.s) ile başlayan yolculuğumuzun belki de sona yaklaşan yolcularıyız. Yolculuk merhaleleri olarak ta Âlem’i ervah, dünya, berzah, mahşer, cennet-cehennem gibi istasyonlara uğruyoruz. Şu anda zamanın dünya merhalesini yaşıyoruz. Dünya günlerinin şu veya bu şekilde yaşanması irâdemize havâle edilmiştir. Zamanın değerlendirilmesi ve boşa harcanması, dünya günleriyle alâkalıdır. Dünya ötesinde de, varlığımızı bir şekilde sürdüreceğiz ama bu, o varlık mekânının şartlarına göre olacaktır.
Zaman akıp giden bir su, hayat dönüşü olmayan bir yolculuktur. Hayâtın yanlış yaşanmış kısımlarını yeniden, doğru bir şekilde yaşamak üzere, geriye dönmek mümkün değildir. Yarın, vazifelerini de beraberinde getirecektir. Olan olmuş, geçen geçmiştir. Gösterge mecbûri istikâmeti göstermektedir. Hayâtımızın her kararını doğru vermek durumundayız. Doğru kararlar ise, doğru bilgilere ve doğru düşüncelere dayanmalıdır ki isabet kaydetsin.
Kanaatimizce, doğru karar alabilmek ve aldığımız kararı isabetlice uygulayabilmek Kur’ân-ı Kerim’in “hidâyet” diye buyurduğu istikâmettir. “Her ânı, her günü o günün şartlarına göre yaşamak” diye bir meselemiz vardır. “Vaktin bizden istediğini iyi anlamak durumundayız. Zirâ vakitler muhteliftir. Vakit vardır, duâ vaktidir. Vakit vardır, sükût vaktidir. Vakit vardır, eylem vaktidir, vakit te vardır çarşı-Pazar dolaşma, tarla-bahçe çalışma vaktidir. Vakte ait bilgi, insana yine vakit içinde verilir. Kul duâ etmesine dâir işaret alırsa sükût etmesi uygun olur. Diğer durumlar da buna göredir.
“Zamanı değerlendirmek” her insan için aynı anlama gelmeyebilir. Bu noktada imân ve imâna istinâd eden bilgiler-duygular çok önemlidir. Sıradan bir insan, gününü gün etmekten başka bir şey düşünmezken, ciddi bir mü’min dakikasının hesabını yapabilir, yapmalıdır. Hayata iman gözüyle bakıldığında işin rengi değişir, çok önemli şeyler gündeme gelebilir. Birisi bol parayı şehveti-şöhreti öne alırken, diğeri niyeti, yapılan işin insanlık hayrına ne kazandırdığını önemseyebilir.
Zamânı değerlendirmek işimizin, mesleğimizin, ana meşguliyetimizin hakkını vermekle başlar. Bu hak verilemiyorsa, değerlendirmeden hiç söz etmemek gerekir. Mesleğin ifâsı, kul hakkıyla da, fazilet ve rezâlet ile de alâkalıdır. Kişi topluma, aldığı kadar veriyorsa bu adâlet, fazla veriyorsa fazilet, eksik veriyorsa rezâlet olur. Zaman şuûruna sâhip olmak bir kalite göstergesidir. “İleriliği” getiren de zaten bu kalitedir. Güzel yaşanmış zamanlar maddi ve mânevi bereketler getirdiği gibi, boşa harcanan zamanlar da bunalım ve sefâlet getirmiştir ve hep getirecektir.