Geçtiğimiz hafta sonu pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de “14 Mayıs Anneler Günü” kutlandı. Kutlandı kutlanmasına da acılar yürekleri dağladı. Günün anlam ve önemini, ortaya çıkışını şimdilik bir kenara bırakalım.
Bildiğiniz gibi “14 Mayıs Anneler Günü”nü kutlamak üzere bir tur organizasyonuyla seyahat eden bir grup yolcu anne, aracın şarampole yuvarlanmasıyla hayatını kaybetti.
Basın, günlerce olayı haber yaparak gündemde tuttu. Peş peşe görüntüler servis edildi. Ardından tartışmalar. Acaba şoför, aracı nasıl kullanıyordu? Çok süratli, ehliyetsiz, dengesiz, liyakatsiz, belgeleri yetersiz, vs.
En çok dikkatimizi çeken de şu oldu: Sağ kalanların anlattıklarına göre seyahat boyunca yolcuların hemen hepsinin de yüreği ağzına gelmiş. Şoförün sürüşünden, virajlara girişinden ve araç sollamalarından korku ve endişe içindelermiş. Buna rağmen hiç biri de “nasıl gidiyoruz, sakin ol, öleceğiz birazdan” dememiş, diyememiş, kazadan sonra konuşuyorlar.
İlginçtir, peşinden de Ankara’da KHK ile meslekten ihraç edilen –sol kökenli- akademisyen ve öğretmen üç eğitimcinin haberi veriliyordu.
***
Yükseliş’te grevdeki bu üç kişinin durumu yandaş medyada alaya alınarak, ballandıra ballandıra anlatılıyor. “Gerçek yüzleri ortaya çıkmış, numara yapıyorlarmış. Güya grevdelermiş ama şov yapıyorlarmış. Grev maskesi altında terör propagandası yapıyorlarmış. Falanca terör örgütleriyle bağlantılı oldukları anlaşılmış. Destekçilerinin de tek derdi alkış tutmak, teröre destek vermekmiş” yüreğim burkuldu. Olaylara empati ile bakmak, hak, adalet ve özgürlük çerçevesinde düşünmek yerine hakaret, kışkırtıcılık; olay tek kelimeyle trajik.
Özellikle yandaş medyanın bu tutumları ülkeyi gerilime sokmaktan ve kamplaştırmaktan başka bir anlam taşımıyor. Hangi düşünceye ait olursa olsun bu topraklarda beraber yaşanılan insanları bir sınıflandırmaya tabi tutmak çok anlamsız.
Durumun vahametini gösteren bir başka olay da siyaset bilimi doktoru ailecek yakından tanıdığımız Halil İbrahim Yenigün’dür. Babası Türkiye’de İslam davasının önemli isimlerinden şehit Sedat Yenigün’dür. Öyle ki, hem entelektüel kimliği ile hem aksiyon adamı olması ile yaşamı ve şehadeti ile tüm Türkiye Müslümanlarına ve hatta Dünya Müslümanlarına örnek olmuştur. Kimliğini Müslüman ve İslam davasının bir eri olarak gören bu akademisyen daha KHK ile ihraçlar yokken -kendince makul sebeplerle- bir bildiriye imza attığı için ihraç edildi.
Yöntemleri farklı olsa da hepsinin de “İslamcı” olduğunu bildiğimiz, Prof. Dr. Cihangir İslam’ın, Mazlum der eski Genel Başkanı Dr. Ömer Faruk Gerger’in, Ak Parti eski MKYK üyesi Fatma Bostan Ünsal’ın ihracının, yazar Ali Bulaç’ın tutuklanmasının hangi makul gerekçesi ve izahı var? Kaldı ki zulme uğrayanın dünya görüşü ayrılı yapılmaz. Artık normalleşmeye dönülmeli, yargılamalar bir an önce tamamlanmalı. Hâkimlere güven telkin edilmeli, suçsuz gördüğü sanığı serbest bırakmaktan çekinmemeli. Unutulmamalı ki biz “El-Adlü esâsü’l Mülk” diyen bir medeniyetin sahipleriyiz.
Sırf olaylara “bizim baktığımız açıdan bakmıyor” diye insanları düşman, hain ilan etmek hangi akla hangi vicdana sığar. Kaldı ki hak adalet ve özgürlük noktasında hiç kimse ayrımcılığa tabi tutulmamalıdır.
***
Kuşkusuz ki ülkede herkes adalet mantığına uygun olarak şunu ister: “Suçluya en ağır ceza verilsin, ancak masumlara bir şey olmasın.” Hukukun temeli kabul edilen prensipler çiğnenmemelidir. “Hukuk’un şahıslara ve olaylara göre değişken değil, genel çerçevesi çizilen nitelikli soyut anlamlar içermesi; suç ve cezanın öngörülebilir olması; kanun karşısında herkesin eşit olması” beklenir.
Bu konuda başta Sn. Cumhurbaşkanı tarafından dile getirilen “at izi it izine karıştı” sözüne itibar edilmeli, bu izler artık birbirinden ayrılmalıdır. Öyle ya da böyle ülkedeki tüm kurumların kişisel veya kamusal bağlamda etkilendiği bu yapıda artık suçlu ile suçsuz ayırt edilmelidir.
Ülkemizi ve milletimizi seviyoruz. Ve biliyoruz ki “bizden” olan insanların yapacağı her hangi bir hatanın faturasını “hep birlikte” ödeyeceğiz. Bu gidiş böyle devam ederse öyle görünüyor ki gün gelecek dindarlar kaçacak delik arayacak.
Bu ülke yiğit görünümlü bilmem kimlerin, kütüklerin, mehterci başlarının eline kaldıysa vay halimize. Kuş beyinlilerin fikirleri hüküm sürdüğü sürece bu ülke iflah olmaz.
Neyse yine de toplumu galeyana getirecek bu işlerin ilacı var.
Ver mehteri!
Bildiğiniz gibi “14 Mayıs Anneler Günü”nü kutlamak üzere bir tur organizasyonuyla seyahat eden bir grup yolcu anne, aracın şarampole yuvarlanmasıyla hayatını kaybetti.
Basın, günlerce olayı haber yaparak gündemde tuttu. Peş peşe görüntüler servis edildi. Ardından tartışmalar. Acaba şoför, aracı nasıl kullanıyordu? Çok süratli, ehliyetsiz, dengesiz, liyakatsiz, belgeleri yetersiz, vs.
En çok dikkatimizi çeken de şu oldu: Sağ kalanların anlattıklarına göre seyahat boyunca yolcuların hemen hepsinin de yüreği ağzına gelmiş. Şoförün sürüşünden, virajlara girişinden ve araç sollamalarından korku ve endişe içindelermiş. Buna rağmen hiç biri de “nasıl gidiyoruz, sakin ol, öleceğiz birazdan” dememiş, diyememiş, kazadan sonra konuşuyorlar.
İlginçtir, peşinden de Ankara’da KHK ile meslekten ihraç edilen –sol kökenli- akademisyen ve öğretmen üç eğitimcinin haberi veriliyordu.
***
Yükseliş’te grevdeki bu üç kişinin durumu yandaş medyada alaya alınarak, ballandıra ballandıra anlatılıyor. “Gerçek yüzleri ortaya çıkmış, numara yapıyorlarmış. Güya grevdelermiş ama şov yapıyorlarmış. Grev maskesi altında terör propagandası yapıyorlarmış. Falanca terör örgütleriyle bağlantılı oldukları anlaşılmış. Destekçilerinin de tek derdi alkış tutmak, teröre destek vermekmiş” yüreğim burkuldu. Olaylara empati ile bakmak, hak, adalet ve özgürlük çerçevesinde düşünmek yerine hakaret, kışkırtıcılık; olay tek kelimeyle trajik.
Özellikle yandaş medyanın bu tutumları ülkeyi gerilime sokmaktan ve kamplaştırmaktan başka bir anlam taşımıyor. Hangi düşünceye ait olursa olsun bu topraklarda beraber yaşanılan insanları bir sınıflandırmaya tabi tutmak çok anlamsız.
Durumun vahametini gösteren bir başka olay da siyaset bilimi doktoru ailecek yakından tanıdığımız Halil İbrahim Yenigün’dür. Babası Türkiye’de İslam davasının önemli isimlerinden şehit Sedat Yenigün’dür. Öyle ki, hem entelektüel kimliği ile hem aksiyon adamı olması ile yaşamı ve şehadeti ile tüm Türkiye Müslümanlarına ve hatta Dünya Müslümanlarına örnek olmuştur. Kimliğini Müslüman ve İslam davasının bir eri olarak gören bu akademisyen daha KHK ile ihraçlar yokken -kendince makul sebeplerle- bir bildiriye imza attığı için ihraç edildi.
Yöntemleri farklı olsa da hepsinin de “İslamcı” olduğunu bildiğimiz, Prof. Dr. Cihangir İslam’ın, Mazlum der eski Genel Başkanı Dr. Ömer Faruk Gerger’in, Ak Parti eski MKYK üyesi Fatma Bostan Ünsal’ın ihracının, yazar Ali Bulaç’ın tutuklanmasının hangi makul gerekçesi ve izahı var? Kaldı ki zulme uğrayanın dünya görüşü ayrılı yapılmaz. Artık normalleşmeye dönülmeli, yargılamalar bir an önce tamamlanmalı. Hâkimlere güven telkin edilmeli, suçsuz gördüğü sanığı serbest bırakmaktan çekinmemeli. Unutulmamalı ki biz “El-Adlü esâsü’l Mülk” diyen bir medeniyetin sahipleriyiz.
Sırf olaylara “bizim baktığımız açıdan bakmıyor” diye insanları düşman, hain ilan etmek hangi akla hangi vicdana sığar. Kaldı ki hak adalet ve özgürlük noktasında hiç kimse ayrımcılığa tabi tutulmamalıdır.
***
Kuşkusuz ki ülkede herkes adalet mantığına uygun olarak şunu ister: “Suçluya en ağır ceza verilsin, ancak masumlara bir şey olmasın.” Hukukun temeli kabul edilen prensipler çiğnenmemelidir. “Hukuk’un şahıslara ve olaylara göre değişken değil, genel çerçevesi çizilen nitelikli soyut anlamlar içermesi; suç ve cezanın öngörülebilir olması; kanun karşısında herkesin eşit olması” beklenir.
Bu konuda başta Sn. Cumhurbaşkanı tarafından dile getirilen “at izi it izine karıştı” sözüne itibar edilmeli, bu izler artık birbirinden ayrılmalıdır. Öyle ya da böyle ülkedeki tüm kurumların kişisel veya kamusal bağlamda etkilendiği bu yapıda artık suçlu ile suçsuz ayırt edilmelidir.
Ülkemizi ve milletimizi seviyoruz. Ve biliyoruz ki “bizden” olan insanların yapacağı her hangi bir hatanın faturasını “hep birlikte” ödeyeceğiz. Bu gidiş böyle devam ederse öyle görünüyor ki gün gelecek dindarlar kaçacak delik arayacak.
Bu ülke yiğit görünümlü bilmem kimlerin, kütüklerin, mehterci başlarının eline kaldıysa vay halimize. Kuş beyinlilerin fikirleri hüküm sürdüğü sürece bu ülke iflah olmaz.
Neyse yine de toplumu galeyana getirecek bu işlerin ilacı var.
Ver mehteri!