Allah’a kullukta insanlara en iyi örnek olan Hz. Peygamber (s.a.s.) her durumda Allah’ı zikretmekte de ümmetine en iyi rehber olmuştur. Hz. Aişe (r.a.) nin “Resûllullah (s.a.s.) her zaman ve her durumda Allah’ı zikrederdi.” (Kurtubî, El-Cami-li Ahkami’l-Kur’an, IV, 310) demesi, O’nun hayatında zikrin yerine ve önemine yeterince işaret etmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.) de “Rabbini zikreden kimse ile etmeyen kimsenin misali diri ile ölü gibidir” (Tecrid-i Sarih Tercemesi, XII, 35) buyurarak zikrin insana hayat bahşeden özelliğine, bundan gafil olmanın da olumsuz neticesine işaret etmiştir.
Zikrin en güzel ifadesi olan namaz, Kur’an’da “kötülüklerden ve çirkin şeylerden uzaklaştırıcı” (Ankebût,45) bir ibadet olarak belirtildiğinden Peygamberimiz (s.a.s.) “kimin namazı kendisini kötülerden ve çirkin şeylerden alıkoymazsa (o namaz) o kişiyi Allah’tan uzaklaştırmaktan başka ona bir şey kazandırmaz” (Kurtubî, el – Cami’li Ahkami’l Kur’an, XIII. 348) buyurdu. Geçen ayet ve hadisler, sözde kalmayıp davranış olarak Allah’a itaati esas alan zikrin, faziletine işaret etmektedir.
Zikir konusunda insanları Allah’ı zikretmekten alıkoyan etkenler var. Genel olarak iki bölümde ifade edebileceğimiz bu sebeplerin ilki, zikr yolunun açık düşmanı olan şeytandır. Şeytanın hedefi, bir takım kötülüklerle veya değişik taktiklerle mü’minlere Allah’ı unutturmak ve onları Allah yolundan saptırmaktır. “Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” (Mâide,91) ayeti bu duruma açıkça işaret eder. Diğeri de insanların mal, evlat gibi kendilerine göre üstün saydıkları pek çok varlıkların etkisine ve cazibesine kapılarak, Allah’ı tanımaz ve anmaz hale gelmeleridir. İnsan yaratılışının ana gayesinin “Allah’a kulluk” olduğunu mensuplarına öğreten İslâm, helal ve temiz olan dünya nimetlerinden faydalanmayı yasaklamamış, ancak onların insanın ana gayesi olmasını ve Allah’ı unutturacak bir hale gelmelerini kabul etmemiştir. (Munafikun, 9; Nur, 37) Bu gerçeğin unutulması sonucu, dünya aldatıcı süsü ve menfaatleri, günümüzde de pek çok insanın gözünü ve gönlünü kör etmiş, bu insanlar adeta Allah’ı tanımaz hale gelmişlerdir. Allah’ın zikrinden yüz çevirmenin neticesi olarak ortaya çıkan bu durum, sahiplerini hızla İslâm dışı bir yaşayışa itmektedir.
Zikrin en faziletlisi olan “La ilahe İllallah”, İslâmın hayat nizamıdır. Çağlar boyu gelen ilahi dinlerdeki inancın ana kaidesi, Allah’ın ulûhiyyeti esasına dayanır. Bu ilke insana hayatla ilgili her çeşit faaliyette, Allah’ın hükümlerini hatırlayarak O’na yönelmeyi ifade ettiği için zikrin en faziletlisidir. Dillerimizi Allah’ın zikrine alıştırmalı, boş-lüzumsuz ve mâlâyâni sözlerden arınabilmek için sürekli “Lâ ilâhe İllallâh” demeliyiz.
Zikir; Kur’an ve sünnetin gösterdiği doğrultuda söz ve fiilleri birleştirip Allah’a itaat etmek Allah’ı tevhîd ederek O’na inanmaktır. Bu Peygamber (s.a.s.)in “Şüphesiz ki Allah, kendi rızası için La İlahe İllallah diyen kimseyi cehenneme haram etmiştir.” (Tecrid-i Sarih Tercemesi, II, 366) hadisinde ifadesini bulan hakiki imandır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki zikr, dil ile Allah’ı anmak yanında kulun her durumda Allah’ın dinini hatırlayarak O’na teslim olmasıdır. Zikr, Allah’ın dinini hayata hâkim kılmanın, bariz bir hedef olduğunu unutmamaktır. Zikr, kalbin Allah’ı unutmaması, dilin hakkı konuşması, yaşayışın İslâmî hükümler doğrultusunda olmasıdır. Zikr, iman ve ihlas ehlinin sermayesi ve ayrılmaz sıfatıdır. Zikr, mutlak anlamda Allah’a itaat olup O’na isyan etmemektir. Hadis-i Şerifte “Allah’a itaat eden Allah’ı zikredendir, Allah’a isyan eden de Allah’ı unutandır” (Kurtubî, el-Cami’li Ahkami’l-Kur’an. II.171) buyurulur.
Zikr, iman ve İslâmı en büyük nimet bilip Müslümanca yaşayarak İslâm üzere ölüp Cennete girmenin ve Allah’ın rızasını kazanmanın, tek kurtuluş yolu olduğunu unutmamaktır.
Zikrin en güzel ifadesi olan namaz, Kur’an’da “kötülüklerden ve çirkin şeylerden uzaklaştırıcı” (Ankebût,45) bir ibadet olarak belirtildiğinden Peygamberimiz (s.a.s.) “kimin namazı kendisini kötülerden ve çirkin şeylerden alıkoymazsa (o namaz) o kişiyi Allah’tan uzaklaştırmaktan başka ona bir şey kazandırmaz” (Kurtubî, el – Cami’li Ahkami’l Kur’an, XIII. 348) buyurdu. Geçen ayet ve hadisler, sözde kalmayıp davranış olarak Allah’a itaati esas alan zikrin, faziletine işaret etmektedir.
Zikir konusunda insanları Allah’ı zikretmekten alıkoyan etkenler var. Genel olarak iki bölümde ifade edebileceğimiz bu sebeplerin ilki, zikr yolunun açık düşmanı olan şeytandır. Şeytanın hedefi, bir takım kötülüklerle veya değişik taktiklerle mü’minlere Allah’ı unutturmak ve onları Allah yolundan saptırmaktır. “Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” (Mâide,91) ayeti bu duruma açıkça işaret eder. Diğeri de insanların mal, evlat gibi kendilerine göre üstün saydıkları pek çok varlıkların etkisine ve cazibesine kapılarak, Allah’ı tanımaz ve anmaz hale gelmeleridir. İnsan yaratılışının ana gayesinin “Allah’a kulluk” olduğunu mensuplarına öğreten İslâm, helal ve temiz olan dünya nimetlerinden faydalanmayı yasaklamamış, ancak onların insanın ana gayesi olmasını ve Allah’ı unutturacak bir hale gelmelerini kabul etmemiştir. (Munafikun, 9; Nur, 37) Bu gerçeğin unutulması sonucu, dünya aldatıcı süsü ve menfaatleri, günümüzde de pek çok insanın gözünü ve gönlünü kör etmiş, bu insanlar adeta Allah’ı tanımaz hale gelmişlerdir. Allah’ın zikrinden yüz çevirmenin neticesi olarak ortaya çıkan bu durum, sahiplerini hızla İslâm dışı bir yaşayışa itmektedir.
Zikrin en faziletlisi olan “La ilahe İllallah”, İslâmın hayat nizamıdır. Çağlar boyu gelen ilahi dinlerdeki inancın ana kaidesi, Allah’ın ulûhiyyeti esasına dayanır. Bu ilke insana hayatla ilgili her çeşit faaliyette, Allah’ın hükümlerini hatırlayarak O’na yönelmeyi ifade ettiği için zikrin en faziletlisidir. Dillerimizi Allah’ın zikrine alıştırmalı, boş-lüzumsuz ve mâlâyâni sözlerden arınabilmek için sürekli “Lâ ilâhe İllallâh” demeliyiz.
Zikir; Kur’an ve sünnetin gösterdiği doğrultuda söz ve fiilleri birleştirip Allah’a itaat etmek Allah’ı tevhîd ederek O’na inanmaktır. Bu Peygamber (s.a.s.)in “Şüphesiz ki Allah, kendi rızası için La İlahe İllallah diyen kimseyi cehenneme haram etmiştir.” (Tecrid-i Sarih Tercemesi, II, 366) hadisinde ifadesini bulan hakiki imandır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki zikr, dil ile Allah’ı anmak yanında kulun her durumda Allah’ın dinini hatırlayarak O’na teslim olmasıdır. Zikr, Allah’ın dinini hayata hâkim kılmanın, bariz bir hedef olduğunu unutmamaktır. Zikr, kalbin Allah’ı unutmaması, dilin hakkı konuşması, yaşayışın İslâmî hükümler doğrultusunda olmasıdır. Zikr, iman ve ihlas ehlinin sermayesi ve ayrılmaz sıfatıdır. Zikr, mutlak anlamda Allah’a itaat olup O’na isyan etmemektir. Hadis-i Şerifte “Allah’a itaat eden Allah’ı zikredendir, Allah’a isyan eden de Allah’ı unutandır” (Kurtubî, el-Cami’li Ahkami’l-Kur’an. II.171) buyurulur.
Zikr, iman ve İslâmı en büyük nimet bilip Müslümanca yaşayarak İslâm üzere ölüp Cennete girmenin ve Allah’ın rızasını kazanmanın, tek kurtuluş yolu olduğunu unutmamaktır.