Lokman Hakîm Hazretleri’ne bir gün;
“–Efendim, hastamıza neler yedirelim? Ne tavsiye buyurursunuz?” diye sormuşlar. Lokman Hakîm ise şu güzel ve özlü cevabı vermiş:
“–Hastanıza kalp kırıcı acı sözler yedirmeyin de, ondan başka ne yedirirseniz zararı olmaz inşâallah…”
Mü’min, kötü sözden uzak durmaya çalıştığı gibi kötü sözlü insanlardan da uzak durmaya gayret etmelidir. Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurur:
“Nezle olmamaya, iyi koku almaya bak; halkın soğuk nefesinden, idrâksizlik rüzgârından kendini koru! Çünkü onların havası kıştan da soğuktur, iyice örtün, burnuna onların havası tesir etmesin, soğuk alma, hastalanma!
Yani ey Hak âşığı, mânâdan zevk almayan, basit insanların, dar kafalı bilginlerin sohbetinden sakın! Onların davranışları, onların hevâsı, sözleri kıştan da soğuktur. Çünkü kışın soğuğu insanın bedenine tesir eder. Kalın giyeceklerle kışın soğuğu önlenir. Fakat nâdanların, ukalâların, cahil, kendini beğenmiş, fena tabiatlı kişilerin zehirli sözleri insanın rûhunu üşütür, hasta eder. Bu yüzden bu gibi kişilerden uzak durmak gerekir.”
Güzel sözlü olmak, insanlara dâimâ hoşuna gideceği şeyleri söylemek değil, hoşlarına gitmese de dâimâ hakkı ve hayrı, yani doğruyu ve iyi olanı söylemektir. Lâkin bunu yaparken de Firavun’a gönderilen Mûsâ -aleyhisselâm-’a emredildiği gibi “leyyin/yumuşak” lisan ile konuşmak lâzımdır.
Velhâsıl mü’min, dâimâ sözün en güzelini söylemeli, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmalıdır.[8] Bunu yaparken de nazik ve latîf bir dil kullanmalı, aslâ kaba olmamalıdır. Çünkü Yusuf Has Hâcib’in dediği gibi:
“İnsanlara kaba söz söyleme! Kaba söz, alev alev yanan bir ateştir. Onu ağzından çıkardığında, evvelâ kendin yanarsın.”
Mü’min, münakaşaya yol açacak kelimeleri de kullanmamalı, bilâkis kalpleri te’lif edecek ifadeleri tercih etmelidir. Cenâb-ı Hakk’a ancak güzel sözlerin yükseldiğini ve onları Hak katına yükselten şeyin de amel-i sâlihler olduğunu unutmamalıdır.[9] Yine mü’min;
“Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara lâf attığında (incitmeksizin) «Selâm!» derler (geçerler).” (el-Furkân, 63) âyetinin hakikatinde derinleşmelidir.
“–Efendim, hastamıza neler yedirelim? Ne tavsiye buyurursunuz?” diye sormuşlar. Lokman Hakîm ise şu güzel ve özlü cevabı vermiş:
“–Hastanıza kalp kırıcı acı sözler yedirmeyin de, ondan başka ne yedirirseniz zararı olmaz inşâallah…”
Mü’min, kötü sözden uzak durmaya çalıştığı gibi kötü sözlü insanlardan da uzak durmaya gayret etmelidir. Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurur:
“Nezle olmamaya, iyi koku almaya bak; halkın soğuk nefesinden, idrâksizlik rüzgârından kendini koru! Çünkü onların havası kıştan da soğuktur, iyice örtün, burnuna onların havası tesir etmesin, soğuk alma, hastalanma!
Yani ey Hak âşığı, mânâdan zevk almayan, basit insanların, dar kafalı bilginlerin sohbetinden sakın! Onların davranışları, onların hevâsı, sözleri kıştan da soğuktur. Çünkü kışın soğuğu insanın bedenine tesir eder. Kalın giyeceklerle kışın soğuğu önlenir. Fakat nâdanların, ukalâların, cahil, kendini beğenmiş, fena tabiatlı kişilerin zehirli sözleri insanın rûhunu üşütür, hasta eder. Bu yüzden bu gibi kişilerden uzak durmak gerekir.”
Güzel sözlü olmak, insanlara dâimâ hoşuna gideceği şeyleri söylemek değil, hoşlarına gitmese de dâimâ hakkı ve hayrı, yani doğruyu ve iyi olanı söylemektir. Lâkin bunu yaparken de Firavun’a gönderilen Mûsâ -aleyhisselâm-’a emredildiği gibi “leyyin/yumuşak” lisan ile konuşmak lâzımdır.
Velhâsıl mü’min, dâimâ sözün en güzelini söylemeli, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmalıdır.[8] Bunu yaparken de nazik ve latîf bir dil kullanmalı, aslâ kaba olmamalıdır. Çünkü Yusuf Has Hâcib’in dediği gibi:
“İnsanlara kaba söz söyleme! Kaba söz, alev alev yanan bir ateştir. Onu ağzından çıkardığında, evvelâ kendin yanarsın.”
Mü’min, münakaşaya yol açacak kelimeleri de kullanmamalı, bilâkis kalpleri te’lif edecek ifadeleri tercih etmelidir. Cenâb-ı Hakk’a ancak güzel sözlerin yükseldiğini ve onları Hak katına yükselten şeyin de amel-i sâlihler olduğunu unutmamalıdır.[9] Yine mü’min;
“Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara lâf attığında (incitmeksizin) «Selâm!» derler (geçerler).” (el-Furkân, 63) âyetinin hakikatinde derinleşmelidir.