Suyun akışı, rüzgârın uğultusu, kuşların cıvıltısı, göklerin gürültüsü, şimşeklerin çakışı, deryâların şâk şâk olup taşlarını yuvarlayışı, dağların heybetli ürpertisi, toprağın tevâzulu sesi ya da sessizliği… Hepsi… Dinlemesini bilen için, hayat pek büyük bir orkestradır. Bu haliyle hayatın seslerine karşı çıkmak, fıtrata karşı çıkmak ve onu baskı altına almaktır. İlâhî bir ahlâk ekseninde çıkan her ses huzur, ahlâksızlığı terennüm eden her ses ve nefes bile, “huzursuzluk”tur.
Heyhât ki; sesler merkebin sesine dönüştüğü, çığlıkların arş-ı âlâyı tuttuğu, iniltilerin ruhları bunalıma sürüklediği, haddini aşan hoyrat bağırışların sinelere darlık ve korkular saldığı, hayâsız nidâların alkışlarla karşılandığı bir hengâmede ritim ve armoni aramak, bu türden sesleri orkestra gibi görmek, sesi ve mûsikîyi en basit tarifiyle tanımamak ve anlamamak olur.
Cadde ve pazarlarda, barlarda, pavyonlarda, sokak aralarında, dinlenme ve eğlenme merkezlerinde… Nefislerin behîmî arzularının galebe çaldığı ve ayyuka çıktığı yerlerde ses ve mûsikî zevki aramak elbette aldanıştır.
“(Hayat) yürüyüşünde dengeli ol ve sesini yükseltme! Unutma ki seslerin en çirkini eşeğin sesidir.” (Lokmân, 19) Ne güzel bir ölçüdür. Helal-haram penceresinden bakıldığında, kulağımıza gelen her ses; eşeğin sesini bize hatırlatıyor ve rahatsız ediyorsa haram, rûha dinginlik veriyor, Allâh’ı (c.c.) hatırlatıyor, şevk ve sağlık neş’emizi artırıyorsa helal olarak görülmelidir. Nefislerinin arzularını, kafalarının isyanlarını, fikirlerinin tutarsızlığını seslendirenlerin sesleri, ses ve âhenk değil, âhenksizlik ve isyândır. Bundan da ebediyyen Allâh’a sığınırız.
Mevlânâ, “Seslerin en çirkini merkep sesidir” mealindeki ayeti şöyle yorumluyor:
“Her hayvanın kendine has bir iniltisi, bir zikri vardır. Hepsi kendi lisanıyla yaratıcısını zikreder. Develerin böğürtüsü, aslanın kükremesi, sineklerin vızıltısı, arıların uğultusu… Merkep sesine ‘çirkin ses’ denmesinin sebebi, eşeğin sadece iki sebepten dolayı sesini yükseltmesindendir: Biri şehveti kabardığı zaman, diğeri aç kaldığı zaman.”
Demek ki merkep, iki sebepten dolayı ortalığı ayağa kaldırır. Acıktığı zaman ve cinsel ihtiyacı olduğu zaman… İşte bu tip bağırtılarla müzik yaptığını zannedenler, esasen nefislerinin arzularından kaynaklanan acılara başkalarını da ortak etmek isterler. Buna bir de fikirlerinin, hakikatlerin üstünü örtme çabasında olan isyankâr kimseleri eklersek, müzik ya da mûsikî diye tabir ettiğimiz gerçekliğin adını koymamız kolaylaşır.
Aslında heyecansız ve neşesiz bir hayat bir şey ifade edemez. Allâh azze ve celle, kullarının bu heyecân ve neş’esini kelâmının okunuşuyla itminana erdirmiş, onun okunuşunu kullarına sevdirmiş ve ruhların gıdasını Kur’ân’dan ve o ilâhi terennüme bağlı seslerden almaları gerektiğini kendilerine duyurmuştur. İnsanların yaklaşık yüzde doksanı tabii olarak musikiye kabiliyetlidir ve musikiden zevk duymaktadır. Bunu yok hükmünde kabul edemeyiz. O halde bize düşen, ses ve mûsikî hayatımıza, ilâhî rızâya uygun yön verebilmektir.
Heyhât ki; sesler merkebin sesine dönüştüğü, çığlıkların arş-ı âlâyı tuttuğu, iniltilerin ruhları bunalıma sürüklediği, haddini aşan hoyrat bağırışların sinelere darlık ve korkular saldığı, hayâsız nidâların alkışlarla karşılandığı bir hengâmede ritim ve armoni aramak, bu türden sesleri orkestra gibi görmek, sesi ve mûsikîyi en basit tarifiyle tanımamak ve anlamamak olur.
Cadde ve pazarlarda, barlarda, pavyonlarda, sokak aralarında, dinlenme ve eğlenme merkezlerinde… Nefislerin behîmî arzularının galebe çaldığı ve ayyuka çıktığı yerlerde ses ve mûsikî zevki aramak elbette aldanıştır.
“(Hayat) yürüyüşünde dengeli ol ve sesini yükseltme! Unutma ki seslerin en çirkini eşeğin sesidir.” (Lokmân, 19) Ne güzel bir ölçüdür. Helal-haram penceresinden bakıldığında, kulağımıza gelen her ses; eşeğin sesini bize hatırlatıyor ve rahatsız ediyorsa haram, rûha dinginlik veriyor, Allâh’ı (c.c.) hatırlatıyor, şevk ve sağlık neş’emizi artırıyorsa helal olarak görülmelidir. Nefislerinin arzularını, kafalarının isyanlarını, fikirlerinin tutarsızlığını seslendirenlerin sesleri, ses ve âhenk değil, âhenksizlik ve isyândır. Bundan da ebediyyen Allâh’a sığınırız.
Mevlânâ, “Seslerin en çirkini merkep sesidir” mealindeki ayeti şöyle yorumluyor:
“Her hayvanın kendine has bir iniltisi, bir zikri vardır. Hepsi kendi lisanıyla yaratıcısını zikreder. Develerin böğürtüsü, aslanın kükremesi, sineklerin vızıltısı, arıların uğultusu… Merkep sesine ‘çirkin ses’ denmesinin sebebi, eşeğin sadece iki sebepten dolayı sesini yükseltmesindendir: Biri şehveti kabardığı zaman, diğeri aç kaldığı zaman.”
Demek ki merkep, iki sebepten dolayı ortalığı ayağa kaldırır. Acıktığı zaman ve cinsel ihtiyacı olduğu zaman… İşte bu tip bağırtılarla müzik yaptığını zannedenler, esasen nefislerinin arzularından kaynaklanan acılara başkalarını da ortak etmek isterler. Buna bir de fikirlerinin, hakikatlerin üstünü örtme çabasında olan isyankâr kimseleri eklersek, müzik ya da mûsikî diye tabir ettiğimiz gerçekliğin adını koymamız kolaylaşır.
Aslında heyecansız ve neşesiz bir hayat bir şey ifade edemez. Allâh azze ve celle, kullarının bu heyecân ve neş’esini kelâmının okunuşuyla itminana erdirmiş, onun okunuşunu kullarına sevdirmiş ve ruhların gıdasını Kur’ân’dan ve o ilâhi terennüme bağlı seslerden almaları gerektiğini kendilerine duyurmuştur. İnsanların yaklaşık yüzde doksanı tabii olarak musikiye kabiliyetlidir ve musikiden zevk duymaktadır. Bunu yok hükmünde kabul edemeyiz. O halde bize düşen, ses ve mûsikî hayatımıza, ilâhî rızâya uygun yön verebilmektir.