İnsanlığı yani kendimizi seyrediyoruz her gün her vesile ile karşımıza çıkan fotoğraf karelerinde… Yaratıcı tarafından özümüze yerleştirilmiş olan merhametten her geçen gün uzaklaşıyor olmanın ıstırabı yansıyor yüzlerimize… İnsanlık olarak bugün yükselen hayat trendimize rağmen dünyamızı kuşatan bir hiddet ve şiddet girdabında bocalamakta ve boğulmaktayız.
Gün geçmiyor ki, medyada katliam ve cinayet haberleri yer almasın. Anne babasını öldüren evlat, evladını katleden anne babalar, kadına uygulanan şiddet ve bir adım ötesinde cinayetler, toplu katliamlar, yurtsuz, yuvasız bırakılmış insanlar, mülteci mezarlığına dönen denizler, kıyıya vuran minik bedenler esefle izleyebildiğimiz sıradan olaylar halini aldı. Yine bu fotoğrafta; uyuşturucu ve alkolün pençesinde perişan olmuş gençler, meskenleri sokak olan, türlü istismara maruz kalan çocuklar, nefretin, yalnızlık ve terk edilmişliğin mağduru yaşlılar var. Yani biz varız. Merhamet hırsızlarının soygununa uğrayıp insanlığından yoksun bırakılanlar… Felsefesini, “insanı öldürmek” üzere kuran ideolojilerin esir aldığı bilinçler, vicdanlar…
Özünde, şefkat ve merhameti barındıran ve daha dünyaya geldiği andan itibaren, en az anne sütü kadar şefkat ve merhamete muhtaç olan insan, bugün merhametsizliğin kollarında kin ve nefretle besleniyor. İnsan fıtratına yabancılaşıyor ve ondan hızla uzaklaşıyor…
“Merhamet, ancak kalbi katılaşmış inançsız bedbahtların kalbinden kaldırılmıştır.” (Hâkim, Müstedrek No: 7632)
Kalbi besleyen merhamet pınarları kurumaya görsün bir kere, o zaman ne tabiat, ne hayvanat ne de insaniyet tanıyor vahşetin sınırlarını…
Zulüm ateşten gömlektir ve onu giyen kendisini de, ailesini de, çevresini de beraber ateşe sürüklemektedir. Merhametsizlik, bir insanlık sorunudur. Merhameti olmayandan medet mi umulur? Huzurun temini için; “Merhamet etmeyene, merhamet edilmez!” Nebevî düstûrundan hareketle, ferd ve cemaat planında, yaradılmış bütün mahlûkata karşı bir “merhamet seferberliği”nde bulunmak kaçınılmazdır.
“Canlı-yürüyen Kur’an” olabilme donanımına sahip olarak yaratılan insan, yazıktır ki “canlı bomba”lara dönüştürülerek fıtrat gayesinden uzaklaştırılmış; felsefelerini “insan öldürme” üzerine kuran ideolojiler, esir aldıkları bilinçler ve vicdanlar ile karada ve denizlerde mazlum ve masum bedenlerle ceset tarlaları oluşturmuşlardır… Keşke devletler, “silahlanmaya” ayırdıkları bütçelerini “merhametlenmeye” ayırmış olsalardı da bugün insanlık, bir “kan gölü” üzerinde oturuyor olmasaydı… Maraz, merhametten değil, merhametsizlikten doğuyor!
Sorumluluğu üstlenmiş insanımız-ümmet tarafından artık heva ve hevesler ilahlaştırılıp, sorumluluk ve fedakârlıklar başkalarına devrediliyor. Merhamet eli uzatmamız gereken bu sorunlar karşısında kendimizi haklı çıkaracak bir mazeretimiz her zaman var. Sosyal devlet olgusu, huzur evleri, aş evleri, bakım evleri, çocuk yuvaları gibi kurumsal oluşumlar, sorumluluk sahibi fertlerin üstünden attığı yükleri nasılsa yükleniyor. Bu durum yüreğimize su serpiyor. Şiddet neredeyse insanlığın ortak dili hâline geldi.
Gün geçmiyor ki, medyada katliam ve cinayet haberleri yer almasın. Anne babasını öldüren evlat, evladını katleden anne babalar, kadına uygulanan şiddet ve bir adım ötesinde cinayetler, toplu katliamlar, yurtsuz, yuvasız bırakılmış insanlar, mülteci mezarlığına dönen denizler, kıyıya vuran minik bedenler esefle izleyebildiğimiz sıradan olaylar halini aldı. Yine bu fotoğrafta; uyuşturucu ve alkolün pençesinde perişan olmuş gençler, meskenleri sokak olan, türlü istismara maruz kalan çocuklar, nefretin, yalnızlık ve terk edilmişliğin mağduru yaşlılar var. Yani biz varız. Merhamet hırsızlarının soygununa uğrayıp insanlığından yoksun bırakılanlar… Felsefesini, “insanı öldürmek” üzere kuran ideolojilerin esir aldığı bilinçler, vicdanlar…
Özünde, şefkat ve merhameti barındıran ve daha dünyaya geldiği andan itibaren, en az anne sütü kadar şefkat ve merhamete muhtaç olan insan, bugün merhametsizliğin kollarında kin ve nefretle besleniyor. İnsan fıtratına yabancılaşıyor ve ondan hızla uzaklaşıyor…
“Merhamet, ancak kalbi katılaşmış inançsız bedbahtların kalbinden kaldırılmıştır.” (Hâkim, Müstedrek No: 7632)
Kalbi besleyen merhamet pınarları kurumaya görsün bir kere, o zaman ne tabiat, ne hayvanat ne de insaniyet tanıyor vahşetin sınırlarını…
Zulüm ateşten gömlektir ve onu giyen kendisini de, ailesini de, çevresini de beraber ateşe sürüklemektedir. Merhametsizlik, bir insanlık sorunudur. Merhameti olmayandan medet mi umulur? Huzurun temini için; “Merhamet etmeyene, merhamet edilmez!” Nebevî düstûrundan hareketle, ferd ve cemaat planında, yaradılmış bütün mahlûkata karşı bir “merhamet seferberliği”nde bulunmak kaçınılmazdır.
“Canlı-yürüyen Kur’an” olabilme donanımına sahip olarak yaratılan insan, yazıktır ki “canlı bomba”lara dönüştürülerek fıtrat gayesinden uzaklaştırılmış; felsefelerini “insan öldürme” üzerine kuran ideolojiler, esir aldıkları bilinçler ve vicdanlar ile karada ve denizlerde mazlum ve masum bedenlerle ceset tarlaları oluşturmuşlardır… Keşke devletler, “silahlanmaya” ayırdıkları bütçelerini “merhametlenmeye” ayırmış olsalardı da bugün insanlık, bir “kan gölü” üzerinde oturuyor olmasaydı… Maraz, merhametten değil, merhametsizlikten doğuyor!
Sorumluluğu üstlenmiş insanımız-ümmet tarafından artık heva ve hevesler ilahlaştırılıp, sorumluluk ve fedakârlıklar başkalarına devrediliyor. Merhamet eli uzatmamız gereken bu sorunlar karşısında kendimizi haklı çıkaracak bir mazeretimiz her zaman var. Sosyal devlet olgusu, huzur evleri, aş evleri, bakım evleri, çocuk yuvaları gibi kurumsal oluşumlar, sorumluluk sahibi fertlerin üstünden attığı yükleri nasılsa yükleniyor. Bu durum yüreğimize su serpiyor. Şiddet neredeyse insanlığın ortak dili hâline geldi.