Âhiret, Allâh’ın (c.c) emriyle, İsrâfil (a.s)’ın, kıyâmetin kopması için sûr’a ilk defa üflemesiyle başlayacak olan ebedî hayattır. İkinci sûr ile insanlar diriltilip hesaba çekilecek, dünyadaki îman ve amel hayatı karşılığında cezâ yâhut mükâfât görecekler, cennetlik ve cehennemlik olanlar belirlenerek, her hak eden hakettiği âkıbeti bulacaktır.
Dünya hayatı, canlı varlıkların yaşadığı ilk âlem, âhiret hayatı ise yaşayacakları son âlemdir.
“Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!” (Ankebût, 29/64) “Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır.” (Duhâ, 93/4) “Kıyamet günü mutlaka gelecektir, bunda hiç şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu buna inanmazlar.” (Mü’min, 40/59)
Kıyâmet günü yaklaştıkça, insanlar o gün için hazırlık yapacakları yerde, daha çok dünya hayatına meyleder, tamâh gösterirler, Allâh’ın rızâsından ve O’na yakınlaşmaktan imtinâ ederler. Dünya hayatını imâr ve ıslâh etmek elbette vazifemiz ve bu uğurda üzerimize terettüp eden görevlerimizi bihakkın yerine getirmede ihmâlkâr davranmamalıyız. Aynı şekilde, Hadis-i Şerif’te de ifâde buyurulduğu üzere; “yarın ölecekmiş gibi” de âhiret azığı edinmeliyiz.
Dünyadaki şân ve şerefimiz, şöhretimiz ekseriyetle mal ile ölçülüyorsa –ki öyledir- âhiretimiz için de sâlih ameller hazırlayarak, şânımızı, şerefimizi, izzetimizi ve şöhretimizi artırmalıyız. İmâm-ı Birgivî Hz.leri; “Şüphesiz dünya hayatı fâni, sona ermesi ânidir. Suları serâp, neticesi harâptır. Hakîki dem sürülecek hayat ise, ebedî hayattır” der.
Esâsen, insanın doğumu, âhirete göç edeceğinin de elçisi ve habercisidir ama ne hikmetse, insan aklı bu mutlak göçü düşünmek ve kabullenmek istemez.
Âhiret hayatını kaybetmekten endîşe etmeli, korkmalıyız. İnsanlar, hastahanelere, doktorlara, acılarından ve hastalıklarından kurtulmak için binlerce, milyonlarca liralar ödüyor, varını-yoğunu fedâ edebiliyor. Fâni bir hayat için değer mi? Değer elbet, zira insanın acılara tahammülü zordur ve insan rahatına düşkündür. Ama asıl sonu olmayan/ebedî bir hayat için varımızı-yoğumuzu seferber etmek için hazırlıklı ve istekli olmamız gerekmez mi?
Halkın sırtından sermâye edinerek, haksızlık, talan, gasp, ihtikâr vb. usullerle kişi dünyada kendisini âbâd edebilir. Ancak, bu dünyada usulsüz yollarla makâm/mevkii ve mertebeler elde edip, âhiret hayatını berbat etmeyi göze alabilmek hiç akıllıca bir davranış değildir.
“(İnsanlar) kendi aralarında (din ve devlet) işlerinin birliğini bozdular. Hâlbuki hepsi bize döneceklerdir. Bu durumda her kim mümin olarak iyi davranışlar yaparsa onun çabasını görmezlikten gelmek olmaz. Zira biz onu yazmaktayız.” (Enbiyâ, 21/93-94) “Biz, kıyamet günü için adâlet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adâlet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.” (Enbiyâ, 21/47)
Dünya hayatı, canlı varlıkların yaşadığı ilk âlem, âhiret hayatı ise yaşayacakları son âlemdir.
“Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!” (Ankebût, 29/64) “Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır.” (Duhâ, 93/4) “Kıyamet günü mutlaka gelecektir, bunda hiç şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu buna inanmazlar.” (Mü’min, 40/59)
Kıyâmet günü yaklaştıkça, insanlar o gün için hazırlık yapacakları yerde, daha çok dünya hayatına meyleder, tamâh gösterirler, Allâh’ın rızâsından ve O’na yakınlaşmaktan imtinâ ederler. Dünya hayatını imâr ve ıslâh etmek elbette vazifemiz ve bu uğurda üzerimize terettüp eden görevlerimizi bihakkın yerine getirmede ihmâlkâr davranmamalıyız. Aynı şekilde, Hadis-i Şerif’te de ifâde buyurulduğu üzere; “yarın ölecekmiş gibi” de âhiret azığı edinmeliyiz.
Dünyadaki şân ve şerefimiz, şöhretimiz ekseriyetle mal ile ölçülüyorsa –ki öyledir- âhiretimiz için de sâlih ameller hazırlayarak, şânımızı, şerefimizi, izzetimizi ve şöhretimizi artırmalıyız. İmâm-ı Birgivî Hz.leri; “Şüphesiz dünya hayatı fâni, sona ermesi ânidir. Suları serâp, neticesi harâptır. Hakîki dem sürülecek hayat ise, ebedî hayattır” der.
Esâsen, insanın doğumu, âhirete göç edeceğinin de elçisi ve habercisidir ama ne hikmetse, insan aklı bu mutlak göçü düşünmek ve kabullenmek istemez.
Âhiret hayatını kaybetmekten endîşe etmeli, korkmalıyız. İnsanlar, hastahanelere, doktorlara, acılarından ve hastalıklarından kurtulmak için binlerce, milyonlarca liralar ödüyor, varını-yoğunu fedâ edebiliyor. Fâni bir hayat için değer mi? Değer elbet, zira insanın acılara tahammülü zordur ve insan rahatına düşkündür. Ama asıl sonu olmayan/ebedî bir hayat için varımızı-yoğumuzu seferber etmek için hazırlıklı ve istekli olmamız gerekmez mi?
Halkın sırtından sermâye edinerek, haksızlık, talan, gasp, ihtikâr vb. usullerle kişi dünyada kendisini âbâd edebilir. Ancak, bu dünyada usulsüz yollarla makâm/mevkii ve mertebeler elde edip, âhiret hayatını berbat etmeyi göze alabilmek hiç akıllıca bir davranış değildir.
“(İnsanlar) kendi aralarında (din ve devlet) işlerinin birliğini bozdular. Hâlbuki hepsi bize döneceklerdir. Bu durumda her kim mümin olarak iyi davranışlar yaparsa onun çabasını görmezlikten gelmek olmaz. Zira biz onu yazmaktayız.” (Enbiyâ, 21/93-94) “Biz, kıyamet günü için adâlet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adâlet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.” (Enbiyâ, 21/47)