Hemen hemen, bütün toplumlarda rastlanan, sosyal bir olay olan nişanlanma, değişik adet ve biçimlerde de olsa bütün toplumlarda sosyal bir olay olarak önem taşımaktadır. Başlangıçta daha çok bir adet ve gelenek biçiminde yaşanmış ve düşünülmüş olan nişanlanma, sonraki dönemlerde hukuk düzenleri içerisinde yer almıştır. Tedvinden önce, İslam hukukunda nişanlılık müessesesi hukuki bakımdan tanınmamıştır; ancak ahlaki ve dini noktai nazardan nişanlı bir kimseye evlilik teklifi, haram telakki edilmiştir. İslam Hukuku, her ne kadar nişanlanmayı kilise hukukunun ve batı hukukunun düzenlediği tarzda düzenlememiş ise de örf-adet hukukunda yerleşen nişanlılık müessesesine, tedvin devrinden itibaren yer vermiş, gerek kurulmasına gerekse sona ermesine ait birtakım esaslar koymuş ve neticelere bağlamıştır
Eski hukukumuzda “ Hatabe “ fiilinden masdar olan “Hıtbe” kelimesiyle ifade edilen husus, istemek, söz vermek, söz kesmek ve nişanlanmak safhalarının hepsine şamildir.
Evlilik talebi daha çok erkek tarafından yapıldığı için hıtbe genellikle “erkeğin kendisine helal olan bir kadına veya onun ailesine evlenme isteğini bildirmesidir.” şeklinde ifade edilmektedir. Halbuki ilerde de ifade edileceği üzere bu teklif kadın tarafından da yapılabileceği için bu tarifi şu şekilde yapmak mümkündür. Hıtbe, evlenmeleri helal olan bir erkek ile bir kadının açık veya üstü kapalı biçimde, birbirlerine evlilik teklifinde bulunmaları ya da karşılıklı olarak ailelerin çocuklarının evlenme isteklerini bildirmeleri, tarafların bu düşünceyi olumlu bulmalarıyla karşılıklı rızanın meydana gelmesi ve ileride birbirleri ile evleneceklerine yönelik niyetlerini dile getirmeleri; sadece nikah akdinin bulunmamasıdır.
Bu şekilde yapılan talebe olumlu cevap verildiğinde hıtbe tamamlanmış olur. Nişanlılık kelimesi ilk defa Osmanlı Aile Hukuk Kararnamesi’nde kullanılmıştır. Kararname, nişanlılık adı altında söz kesme de diyebileceğimiz hıtbeyi tanzim etmiştir. Burada nişanlanmakla nikah akdinin meydana gelmeyeceği, nişanın bozulması durumunda verilen hediyelerle, mehre mahsuben verilen şeylerin durumunun ne olacağı ile ilgili düzenlemeler yapmıştır. Kararname açıkça veya zımnen tazminat hakkı ile ilgili düzenleme yapmamıştır. Muhtemelen bu meselenin hallini içtihatlara bırakmıştır.
Bir kısım hukukçuya göre nişanlanma, evlenmenin esaslı bir ön safhası olarak düşünülmekte, dolayısıyla bu müessese, amir hükümlerle tanzim edildiği görüşünden hareketle nişanlanma olmaksızın evlenme imkansız görülmektedir. Bununla birlikte evlenmenin muteber bir şekilde aktedilebilmesi için mutlaka önce bir nişan merasimine veya başka bir muameleye ihtiyaç bulunmadığını söylemek mümkündür. Zira evlenmeden önce bir vaad olsa da bundan birçok hukuki meseleye mesnet teşkil edecek bir hukuki prensibi çıkarmaya ve “nişansız nikah olmaz” demeye imkan yoktur.
Nişanlanmanın evlenmeye icbar edici niteliğinin bulunup bulunmadığına gelince; eski Cermen Hukuku ile 1917’den önceki Katolik hukukunda, nişanlıların birbirlerini evlenmeye zorlamaları, kabul edilmiştir. Yeni Medeni Kanunu’muzun 119. maddesi ise “Nişanlılık, evlenmeye zorlamak için dava hakkı vermez “ şeklinde düzenlenerek hâkime, hiç kimseyi evlenmeye zorlama yetkisi vermemiştir. Ancak nişanlılardan biri haklı bir sebep olmaksızın nişanı bozduğu veya nişan taraflardan birine yükletilebilen bir sebeple bozulduğu takdirde; kusuru olan taraf, diğerine dürüstlük kuralları çerçevesinde ve evlenme amacıyla yaptığı harcamalar ve katlandığı maddî fedakârlıklarla, uğradığı kişilik hakkına saldırı karşılığında tazminat vermekle yükümlü kılınmıştır.
Eski hukukumuzda “ Hatabe “ fiilinden masdar olan “Hıtbe” kelimesiyle ifade edilen husus, istemek, söz vermek, söz kesmek ve nişanlanmak safhalarının hepsine şamildir.
Evlilik talebi daha çok erkek tarafından yapıldığı için hıtbe genellikle “erkeğin kendisine helal olan bir kadına veya onun ailesine evlenme isteğini bildirmesidir.” şeklinde ifade edilmektedir. Halbuki ilerde de ifade edileceği üzere bu teklif kadın tarafından da yapılabileceği için bu tarifi şu şekilde yapmak mümkündür. Hıtbe, evlenmeleri helal olan bir erkek ile bir kadının açık veya üstü kapalı biçimde, birbirlerine evlilik teklifinde bulunmaları ya da karşılıklı olarak ailelerin çocuklarının evlenme isteklerini bildirmeleri, tarafların bu düşünceyi olumlu bulmalarıyla karşılıklı rızanın meydana gelmesi ve ileride birbirleri ile evleneceklerine yönelik niyetlerini dile getirmeleri; sadece nikah akdinin bulunmamasıdır.
Bu şekilde yapılan talebe olumlu cevap verildiğinde hıtbe tamamlanmış olur. Nişanlılık kelimesi ilk defa Osmanlı Aile Hukuk Kararnamesi’nde kullanılmıştır. Kararname, nişanlılık adı altında söz kesme de diyebileceğimiz hıtbeyi tanzim etmiştir. Burada nişanlanmakla nikah akdinin meydana gelmeyeceği, nişanın bozulması durumunda verilen hediyelerle, mehre mahsuben verilen şeylerin durumunun ne olacağı ile ilgili düzenlemeler yapmıştır. Kararname açıkça veya zımnen tazminat hakkı ile ilgili düzenleme yapmamıştır. Muhtemelen bu meselenin hallini içtihatlara bırakmıştır.
Bir kısım hukukçuya göre nişanlanma, evlenmenin esaslı bir ön safhası olarak düşünülmekte, dolayısıyla bu müessese, amir hükümlerle tanzim edildiği görüşünden hareketle nişanlanma olmaksızın evlenme imkansız görülmektedir. Bununla birlikte evlenmenin muteber bir şekilde aktedilebilmesi için mutlaka önce bir nişan merasimine veya başka bir muameleye ihtiyaç bulunmadığını söylemek mümkündür. Zira evlenmeden önce bir vaad olsa da bundan birçok hukuki meseleye mesnet teşkil edecek bir hukuki prensibi çıkarmaya ve “nişansız nikah olmaz” demeye imkan yoktur.
Nişanlanmanın evlenmeye icbar edici niteliğinin bulunup bulunmadığına gelince; eski Cermen Hukuku ile 1917’den önceki Katolik hukukunda, nişanlıların birbirlerini evlenmeye zorlamaları, kabul edilmiştir. Yeni Medeni Kanunu’muzun 119. maddesi ise “Nişanlılık, evlenmeye zorlamak için dava hakkı vermez “ şeklinde düzenlenerek hâkime, hiç kimseyi evlenmeye zorlama yetkisi vermemiştir. Ancak nişanlılardan biri haklı bir sebep olmaksızın nişanı bozduğu veya nişan taraflardan birine yükletilebilen bir sebeple bozulduğu takdirde; kusuru olan taraf, diğerine dürüstlük kuralları çerçevesinde ve evlenme amacıyla yaptığı harcamalar ve katlandığı maddî fedakârlıklarla, uğradığı kişilik hakkına saldırı karşılığında tazminat vermekle yükümlü kılınmıştır.