İnsan sorumluluklarıyla Dünya'ya gelir, çünkü insan daha doğuştan kendisini inşa eden yaratıcıya borçludur. Yaşaması için lüzumlu olan fiziki donanımı ve bunun için lüzumlu olan dış şartları, kendi çabasının bir karşılığı olarak elde etmemiştir. Aksine onların hepsini, hazır ve nazır bulmuştur. Mesela, kan dolaşımı sistemi, solunum sistemi, sinir sistemi gibi muhteşem bir dizayna ve karmaşık bir yapıya sahip olan sistemler, işlevlerini tam icra etmek için hem kendi içlerinde, hem de birbirleri arasında mükemmel bir uyuma sahiptirler.
İnsan bu sistemleri değil inşa etmek, henüz işleyiş biçimlerini ve sırlarını dahi tam çözebilmiş değildir. İnsanın borçlu olduğu şey, sadece fiziki varlığı değildir elbet. Ondan daha önemlisi, bu fiziki varlığa hayatiyet veren ruh, bu varlığı anlamlı ve amaçlı kılan akıl gibi manevi değerleri de, hayatı inşa eden Yaratıcıya borçludur. Maddi ve manevi varlığının ihtiyaçları olan gıda ve bilgi, ekmek ve sevgi, su ve hürriyet, hava ve hidayet, dünya ve ahiret, mekan ve zamanı da Allah'a borçludur. Özetle insan, varoluşunu ödediği ya da ödeyeceği bedele değil, Allah'ın sınırsız cömertliğine ve güvenine borçludur. İnsanı diğer canlılardan ayıran en bariz niteliği, varoluşsal borçluluğunun bilincine varabilecek altyapıya sahip olmasıdır. Beşer olarak doğan insanın insanlaşma sürecinin doğasına uygun istikamette gelişmesi, söz konusu borcunun farkına varmasına bağlıdır. Türkçe karşılığı "borç" olan "deyn" sözcüğü, "din" kelimesini türetildiği köktür. Din, varoluşunu yaratana borçlu olan insanın borçlu olduğu kapıyla ilişkisini düzenleyen hayati bir müessesedir. İnsan, borçluluğunun bilincine ne kadar varırsa, varoluşuna o kadar aşina olur. Kendisiyle o kadar barışık, bilişik ve tanışık olur. Tersi de geçerli; insanın borçluluk bilinci ne kadar zayıflarsa, kendisine o kadar yabancılaşır. Kendisine yabancılaşan, sonunda kendisiyle kavgalı hale gelir. Bu sürecin sonu, insanın kendini tanıyamaz hale gelmesi ve "kendini kaybetmesi"dir. Kendini kaybeden, neyi kazanabilir ki? Varoluşunu Allah'a borçlu olan insanın borcunu ikrar etmesi iman, borcunu inkar etmesi küfürdür. Bunun böyle olması, dinin Allah için olduğunu göstermez. Aksine, din insan içindir. Çünkü insanın Allah'a borçlu olduğunun hatırlatılmasından amaç, insanın Allah'a borcunu ödeyip kurtulması değildir. Zira bu mümkün değildir. İnsanın Allah'a borcunu ödemesi, Allah'a muhtaç olmaması durumunda geçerlidir. Oysa ki insan, Allah'a her an muhtaçtır. Borcunu ödemek için borç isteyeceği yegane kapı yine Allah'ın kapısı olacaktır. İşte dinin amacı da, insanı Allah'a her an muhtaç olduğunun bilincine erdirmektir. Kendi kendine yetmediğini, Allah'sız yapamayacağını, bunun "anlamsızlık" demeye geldiğini öğretmektir. Ve tabii ki Allah'tan kaçamayacağını, O'nsuz bir hayat tasarlayamayacağını, kariyer planlaması ve gelecek tasarımı yapamayacağını öğretmektir.
İnsan bu sistemleri değil inşa etmek, henüz işleyiş biçimlerini ve sırlarını dahi tam çözebilmiş değildir. İnsanın borçlu olduğu şey, sadece fiziki varlığı değildir elbet. Ondan daha önemlisi, bu fiziki varlığa hayatiyet veren ruh, bu varlığı anlamlı ve amaçlı kılan akıl gibi manevi değerleri de, hayatı inşa eden Yaratıcıya borçludur. Maddi ve manevi varlığının ihtiyaçları olan gıda ve bilgi, ekmek ve sevgi, su ve hürriyet, hava ve hidayet, dünya ve ahiret, mekan ve zamanı da Allah'a borçludur. Özetle insan, varoluşunu ödediği ya da ödeyeceği bedele değil, Allah'ın sınırsız cömertliğine ve güvenine borçludur. İnsanı diğer canlılardan ayıran en bariz niteliği, varoluşsal borçluluğunun bilincine varabilecek altyapıya sahip olmasıdır. Beşer olarak doğan insanın insanlaşma sürecinin doğasına uygun istikamette gelişmesi, söz konusu borcunun farkına varmasına bağlıdır. Türkçe karşılığı "borç" olan "deyn" sözcüğü, "din" kelimesini türetildiği köktür. Din, varoluşunu yaratana borçlu olan insanın borçlu olduğu kapıyla ilişkisini düzenleyen hayati bir müessesedir. İnsan, borçluluğunun bilincine ne kadar varırsa, varoluşuna o kadar aşina olur. Kendisiyle o kadar barışık, bilişik ve tanışık olur. Tersi de geçerli; insanın borçluluk bilinci ne kadar zayıflarsa, kendisine o kadar yabancılaşır. Kendisine yabancılaşan, sonunda kendisiyle kavgalı hale gelir. Bu sürecin sonu, insanın kendini tanıyamaz hale gelmesi ve "kendini kaybetmesi"dir. Kendini kaybeden, neyi kazanabilir ki? Varoluşunu Allah'a borçlu olan insanın borcunu ikrar etmesi iman, borcunu inkar etmesi küfürdür. Bunun böyle olması, dinin Allah için olduğunu göstermez. Aksine, din insan içindir. Çünkü insanın Allah'a borçlu olduğunun hatırlatılmasından amaç, insanın Allah'a borcunu ödeyip kurtulması değildir. Zira bu mümkün değildir. İnsanın Allah'a borcunu ödemesi, Allah'a muhtaç olmaması durumunda geçerlidir. Oysa ki insan, Allah'a her an muhtaçtır. Borcunu ödemek için borç isteyeceği yegane kapı yine Allah'ın kapısı olacaktır. İşte dinin amacı da, insanı Allah'a her an muhtaç olduğunun bilincine erdirmektir. Kendi kendine yetmediğini, Allah'sız yapamayacağını, bunun "anlamsızlık" demeye geldiğini öğretmektir. Ve tabii ki Allah'tan kaçamayacağını, O'nsuz bir hayat tasarlayamayacağını, kariyer planlaması ve gelecek tasarımı yapamayacağını öğretmektir.