Amellerdeki ihlâs duygusunda Hakk’ın rızâsı ve âhiret kaygısı ön plandadır. Dünyâ hayâtının ve dünyâya âit nîmetlerin amellere gölge düşürmesi, amellerin sonuçlarını da değiştirmektedir. Nitekim şu âyet-i kerîme bu konuda çok önemli bir ölçü ortaya koymaktadır: “Dünyâ hayâtını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz; onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar. İşte âhirette onlara ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir. Zâten yapmakta oldukları da bâtıl; yâni kabûl şartlarına uygun değildir.”(Hûd:15,16)
Yapılacak iş aynı olmakla beraber amele karışan niyetin, sonucu değiştireceği açıktır. Nitekim Hz. Ali’ye izâfe edilen kıssa meşhûrdur. İmâm Ali savaşta kâfirle cenk etmiş ve onu altına alıp tam boğazını keseceği sırada kâfir onun yüzüne tükürmüş. İmâm Ali yüzüne tüküren kâfiri bırakınca o, şaşkınlıkla: “Ne diye bırakıyorsun beni? Ben seni hiddetlendirmek için yüzüne tükürmüştüm ve beni daha hiddetle öldürürsün sanıyordum.” İmâm Ali demiş ki: “Ben seni Allah için öldürmek istiyordum. Ancak sen yüzüme tükürünce öfkelendim ve fiilime hiddet gâlip oldu. Hiddet ise intikam kokan nefsânî bir duygudur. Ben seni böyle nefsânî bir duyguyla öldürürsem yaptığım iş ihlâs hudûdundan çıkar, ben de kâtil olurum.”
İhlâs, amel ve davranışlara ilâhî yardımı çağıran ve mânevî bir gücün oluşumunu sağlayan yüce bir duygudur. İhlâs sâhibi samîmî kullar, ihlâssız kimselere nisbetle daha güçlü ve başarıya daha yakındır. Nitekim Allah Teâlâ buyurur ki: “Nice sayıları az topluluklar vardır ki sayıları çok olan topluluklara Allah’ın izniyle (ihlâsları sâyesinde) gâlip olmuşlardır. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakârâ:249)
İhlâsa ermenin yolu nefsin arzularını, hevânın tutkularını kırmak, dünyâ ve halktan ümidini kesmek ve bütün himmetiyle âhirete teveccüh etmektir. Bu yapılmadan hâlis gibi görünen ameller bile bâzen riyâya bulaşmış ve içine dünyevî çıkarlar karışmış olabilir. Dünyâ menfaati, nefsânî tutku, şeytan iğvâsı ve hevâ tuzağı görünmeyen mikroplar gibi insanın amel dünyâsına tasallut eder ve ibâdetlerindeki ihlâsı bozar. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de şu ayet-i kerîmeyle bu konuya işâret etmektedir: “Kıyâmet gününde Allah tarafından onların hesâba katmadıkları şeyler (ameli bozan günahlar) ortaya çıkarılır ve bunlar kendilerine gösterilir.” (Zümer:47)
İhlâs birincisi ibâdette, ikincisi ibâdet dışındaki diğer amellerde olmak üzere iki türlüdür. İbadetteki ihlâs, ibâdet sırasında yalnızca Allah rızâsını düşünmek ve sonucunda sevâba nâil olmayı ummaktır. İbâdet dışındaki fiil ve davranışlardaki ihlâs ise onları da Allah rızâsı için yapmaktır. Âdet ve davranışların ihlâs ile yapılması onları ibâdet kıvâmına yükseltir. İbâdetlerin ihlâs ve samîmiyetten uzak, boş duygu ve düşüncelerle yapılması onları âdet seviyesine, riyâ ile yapılması ise kabahat ve günah derekesine düşürür.
Dünyâ malının helâline talip olmanın mahzuru yoktur. Mahzurlu olan kulun yaptığı amelleri dünyâya ve dünyâ nîmetlerine âlet etmesidir. Çünkü amellerin asıl faydalı olacağı yer âhirettir. İhlâs ehli kimseler yaptıkları amellerden dünyâya âit bir beklenti içine girmezler. Hatta amellerinin karşılığını dünyâda görmenin âhiretteki ecri azaltacağını düşünürler. Nitekim Allah Teâlâ dünyâ nîmetleri ile âhiret kazancını tüketenleri şöyle uyarmaktadır: “Siz tükettiniz dünyâ hayâtınızdaki nîmetlerinizi ve onlarla safâ sürdünüz. Bugün size sâdece horlanma ve azâb vardır.” (Ahkâf:20)
İhlâs, ibâdet ve davranışların tamamlayıcı şartıdır. İbâdetlerde nasıl maddî şartlar varsa en az onlar kadar önemli mânevî bir şart vardır ki, o ihlâstır. İhlâsın elde edilmesi ve ona ulaşılabilmesi ciddî bir ihlâs terbiyesinden geçmeye bağlıdır. O da ihlâssızlığa teslîm olmamak, ihlâsa ermek için ısrar ve samîmiyetle niyetlerimizi düzeltmektir. Kulun çabasıyla elde edilecek ihlâsın sonucunda Allah’ın lütfedeceği ihlâsa erdirilmişlerden olmak ise ayrı bir nasiptir. Ama o da ihlâstaki samîmiyetin devamına bağlıdır.
Yapılacak iş aynı olmakla beraber amele karışan niyetin, sonucu değiştireceği açıktır. Nitekim Hz. Ali’ye izâfe edilen kıssa meşhûrdur. İmâm Ali savaşta kâfirle cenk etmiş ve onu altına alıp tam boğazını keseceği sırada kâfir onun yüzüne tükürmüş. İmâm Ali yüzüne tüküren kâfiri bırakınca o, şaşkınlıkla: “Ne diye bırakıyorsun beni? Ben seni hiddetlendirmek için yüzüne tükürmüştüm ve beni daha hiddetle öldürürsün sanıyordum.” İmâm Ali demiş ki: “Ben seni Allah için öldürmek istiyordum. Ancak sen yüzüme tükürünce öfkelendim ve fiilime hiddet gâlip oldu. Hiddet ise intikam kokan nefsânî bir duygudur. Ben seni böyle nefsânî bir duyguyla öldürürsem yaptığım iş ihlâs hudûdundan çıkar, ben de kâtil olurum.”
İhlâs, amel ve davranışlara ilâhî yardımı çağıran ve mânevî bir gücün oluşumunu sağlayan yüce bir duygudur. İhlâs sâhibi samîmî kullar, ihlâssız kimselere nisbetle daha güçlü ve başarıya daha yakındır. Nitekim Allah Teâlâ buyurur ki: “Nice sayıları az topluluklar vardır ki sayıları çok olan topluluklara Allah’ın izniyle (ihlâsları sâyesinde) gâlip olmuşlardır. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakârâ:249)
İhlâsa ermenin yolu nefsin arzularını, hevânın tutkularını kırmak, dünyâ ve halktan ümidini kesmek ve bütün himmetiyle âhirete teveccüh etmektir. Bu yapılmadan hâlis gibi görünen ameller bile bâzen riyâya bulaşmış ve içine dünyevî çıkarlar karışmış olabilir. Dünyâ menfaati, nefsânî tutku, şeytan iğvâsı ve hevâ tuzağı görünmeyen mikroplar gibi insanın amel dünyâsına tasallut eder ve ibâdetlerindeki ihlâsı bozar. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de şu ayet-i kerîmeyle bu konuya işâret etmektedir: “Kıyâmet gününde Allah tarafından onların hesâba katmadıkları şeyler (ameli bozan günahlar) ortaya çıkarılır ve bunlar kendilerine gösterilir.” (Zümer:47)
İhlâs birincisi ibâdette, ikincisi ibâdet dışındaki diğer amellerde olmak üzere iki türlüdür. İbadetteki ihlâs, ibâdet sırasında yalnızca Allah rızâsını düşünmek ve sonucunda sevâba nâil olmayı ummaktır. İbâdet dışındaki fiil ve davranışlardaki ihlâs ise onları da Allah rızâsı için yapmaktır. Âdet ve davranışların ihlâs ile yapılması onları ibâdet kıvâmına yükseltir. İbâdetlerin ihlâs ve samîmiyetten uzak, boş duygu ve düşüncelerle yapılması onları âdet seviyesine, riyâ ile yapılması ise kabahat ve günah derekesine düşürür.
Dünyâ malının helâline talip olmanın mahzuru yoktur. Mahzurlu olan kulun yaptığı amelleri dünyâya ve dünyâ nîmetlerine âlet etmesidir. Çünkü amellerin asıl faydalı olacağı yer âhirettir. İhlâs ehli kimseler yaptıkları amellerden dünyâya âit bir beklenti içine girmezler. Hatta amellerinin karşılığını dünyâda görmenin âhiretteki ecri azaltacağını düşünürler. Nitekim Allah Teâlâ dünyâ nîmetleri ile âhiret kazancını tüketenleri şöyle uyarmaktadır: “Siz tükettiniz dünyâ hayâtınızdaki nîmetlerinizi ve onlarla safâ sürdünüz. Bugün size sâdece horlanma ve azâb vardır.” (Ahkâf:20)
İhlâs, ibâdet ve davranışların tamamlayıcı şartıdır. İbâdetlerde nasıl maddî şartlar varsa en az onlar kadar önemli mânevî bir şart vardır ki, o ihlâstır. İhlâsın elde edilmesi ve ona ulaşılabilmesi ciddî bir ihlâs terbiyesinden geçmeye bağlıdır. O da ihlâssızlığa teslîm olmamak, ihlâsa ermek için ısrar ve samîmiyetle niyetlerimizi düzeltmektir. Kulun çabasıyla elde edilecek ihlâsın sonucunda Allah’ın lütfedeceği ihlâsa erdirilmişlerden olmak ise ayrı bir nasiptir. Ama o da ihlâstaki samîmiyetin devamına bağlıdır.