Milletimiz ve bütün İslam âlemi her yıl yeni bir heyecanla Allah'ın bütün insanlığa rahmet elçisi olarak gönderdiği ve peygamberler zincirinin son halkası olan Hz. Muhammed'in (s.a.s.) getirmiş olduğu ilahî mesajı anlamak, ortaya koymuş olduğu eşsiz örnek ahlakını özümsemek, ona duyulan engin ve içten sevgiyi gönüllerden sözlere ve toplumsal bilince aktarmak düşüncesiyle asırlardır onun dünyaya gelişini Mevlit Kandili olarak kutlamaktadır.
Mevlit, doğum zamanı ve doğum günü, "mevlid-i nebi" ise Hz. Muhammed’in doğumu veya doğum günü demektir. Peygamber Efendimiz, Fil yılında, 20 Nisan 571’de (Rebiulevvel ayının 12. gecesi) Mekke’de Dâru't-Tebâbia denilen evde dünyaya gelmiştir. Âmine Hatun’un, gördüğü rüyayı kayınpederi Abdülmuttalip’e anlatması üzerine Abdülmuttalip torununu kucağına alıp Kâbe’ye gitmiş, Allah’a şükretmiş ve ona, “en çok övülmüş, övülecek özellikleri çok olan, en çok arzu edilmiş” anlamında “Muhammed" adını vermiştir. O, torununun doğumu şerefine verdiği bir ziyafette: “Ona Muhammed adını verdim; dilerim ki gökyüzünde Hakk (Allah), yeryüzünde halk onu pek çok övsün.” demiştir. Peygamberimizin diğer bir ismi de Ahmet’tir. “Allah’ı öven, en çok hamd eden, övülmeye en layık olan” anlamındadır. Her iki isim de Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir. (Âl-i İmran, 3/144; Ahzab, 33/40; Muhammed, 47/2.)
Esasen Hz. Peygamber'in sağlığında onun doğum yıl dönümü kutlanmadığı gibi Hulefa-yı Raşidin dönemiyle Emevi ve Abbasi devirlerinde de mevlitle ilgili bir uygulamaya rastlanmamaktadır. İlk iki halife zamanında fetih hareketleriyle uğraşılması, son iki halife döneminde iç karışıklıkların hüküm sürmesi ve Emevi ile Abbasi yönetimlerinde de Rasulüllah soyuna destek anlamına gelecek olması sebebiyle böyle bir kutlamaya şartlar uygun değildi. Mısır'da Şii Fatımi Devleti kurulunca, soyundan geldiklerini söyledikleri Hz. Peygamber'in doğum yıl dönümü Muiz-Lidinillah döneminden (972-975) itibaren resmen kutlanmaya başlanmıştır. Bu kutlamaların üst düzey görevlilerin katıldığı bir devlet töreni çerçevesinde yapıldığı ve halkın geniş bir katılımının olmadığı anlaşılmaktadır. Fatimiler, Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın da doğum günlerinde de mevlit merasimleri tertip ederlerdi.
Ancak çok geçmeden Eyyubiler tarafından da mevlit geleneği benimsenerek Hz. Peygamber'in doğumunu anma ve kutlama törenleri yapılagelmiştir. Âlim, şair, din ve devlet işlerinde yararlık gösterenlere hilatler giydirilmiş ve hediyeler verilmiştir. Daha sonra mevlit törenleri İslam dünyasında yaygınlık kazanarak günümüze kadar devam etmiştir. Esasen Rasulüllah'ın doğum yıl dönümünü kutlama maksadıyla başlayan mevlit geleneği giderek, Kadir, Miraç, Regaip ve Berat gecelerinde veya sünnet, evlenme, ölüm, deprem gibi önemli olaylar vesilesiyle yapılmaya başlanmış ve toplumsal geleneğimizde yer alan önemli bir dinî-kültürel öğe olmuştur.
Sünni İslam dünyasında devlet düzeyinde ilk mevlit töreni 1207 yılında Fatımiler döneminde, Selahaddin Eyyubi'nin eniştesi ve Erbil atabeyi Melik Muzafferuddin Gökbörü tarafından tertiplenmiştir. Uzun hazırlıklarla düzenlenen merasimler, bütün halkı kapsayan bir şekilde düzenlenirdi. Daha sonraları Mekke'de ve diğer İslam ülkelerinde de benzeri merasimler yapılmış, bu merasimler Osmanlıların bir döneminde doruk noktasına ulaşmıştır.
Mekke’de, Mekkeliler, her sene Rebiulevvel ayının 12’sinde akşam namazını Mescid-i Haram’da kıldıktan sonra, cemaatle birlikte peygamberimizin doğum yeri olan Mescit’e gidip, yatsı namazını burada kılmayı âdet edinmişlerdir. Mevlit gecesi münasebetiyle Mekkeliler birbirleri ile tebrikleşir; misafirlerine tatlı ikram ederler. Medine ahalisi de mevlit gecelerini Mescid-i Nebevi’de geçirirler, birbirlerine ikramda bulunurlar. Halk o gün temiz ve yeni elbiselerini giyerek bir bayram havası içinde geçirirler. Zamanımızda mevlit kutlamaları birçok İslam ülkesinde kutlandığı gibi, ülkemizde de bu amaçla özel programlar uygulanmaktadır.
Hz. Peygamber zamanında ve ondan sonraki birkaç asır boyunca kutlanmayan mevlidin dinî açıdan meşruiyeti İslam âlimleri arasında tartışılmıştır. Mevlit okuma ve okutmanın bidat olduğu şeklinde birtakım iddialar gündeme getirilmiştir. Zira Rasulüllah devrinde ve ona son derece bağlı olan ashap ve tabiin (Selef) zamanında kutlanmadığını, dolayısıyla bidat olduğunu söyleyenler mevcut uygulamalara şiddetle karşı çıkmıştır. Esasen mevlit kutlamasının bizzat kendisine değil bu vesileyle işlenen kötülüklere karşı çıkılmıştır. Mevlide karşı olan âlimlerin bu yaklaşımlarında kendi zamanlarındaki kutlamalarda görülen olumsuz davranışların rolü vardır.
Mevlit, doğum zamanı ve doğum günü, "mevlid-i nebi" ise Hz. Muhammed’in doğumu veya doğum günü demektir. Peygamber Efendimiz, Fil yılında, 20 Nisan 571’de (Rebiulevvel ayının 12. gecesi) Mekke’de Dâru't-Tebâbia denilen evde dünyaya gelmiştir. Âmine Hatun’un, gördüğü rüyayı kayınpederi Abdülmuttalip’e anlatması üzerine Abdülmuttalip torununu kucağına alıp Kâbe’ye gitmiş, Allah’a şükretmiş ve ona, “en çok övülmüş, övülecek özellikleri çok olan, en çok arzu edilmiş” anlamında “Muhammed" adını vermiştir. O, torununun doğumu şerefine verdiği bir ziyafette: “Ona Muhammed adını verdim; dilerim ki gökyüzünde Hakk (Allah), yeryüzünde halk onu pek çok övsün.” demiştir. Peygamberimizin diğer bir ismi de Ahmet’tir. “Allah’ı öven, en çok hamd eden, övülmeye en layık olan” anlamındadır. Her iki isim de Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir. (Âl-i İmran, 3/144; Ahzab, 33/40; Muhammed, 47/2.)
Esasen Hz. Peygamber'in sağlığında onun doğum yıl dönümü kutlanmadığı gibi Hulefa-yı Raşidin dönemiyle Emevi ve Abbasi devirlerinde de mevlitle ilgili bir uygulamaya rastlanmamaktadır. İlk iki halife zamanında fetih hareketleriyle uğraşılması, son iki halife döneminde iç karışıklıkların hüküm sürmesi ve Emevi ile Abbasi yönetimlerinde de Rasulüllah soyuna destek anlamına gelecek olması sebebiyle böyle bir kutlamaya şartlar uygun değildi. Mısır'da Şii Fatımi Devleti kurulunca, soyundan geldiklerini söyledikleri Hz. Peygamber'in doğum yıl dönümü Muiz-Lidinillah döneminden (972-975) itibaren resmen kutlanmaya başlanmıştır. Bu kutlamaların üst düzey görevlilerin katıldığı bir devlet töreni çerçevesinde yapıldığı ve halkın geniş bir katılımının olmadığı anlaşılmaktadır. Fatimiler, Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın da doğum günlerinde de mevlit merasimleri tertip ederlerdi.
Ancak çok geçmeden Eyyubiler tarafından da mevlit geleneği benimsenerek Hz. Peygamber'in doğumunu anma ve kutlama törenleri yapılagelmiştir. Âlim, şair, din ve devlet işlerinde yararlık gösterenlere hilatler giydirilmiş ve hediyeler verilmiştir. Daha sonra mevlit törenleri İslam dünyasında yaygınlık kazanarak günümüze kadar devam etmiştir. Esasen Rasulüllah'ın doğum yıl dönümünü kutlama maksadıyla başlayan mevlit geleneği giderek, Kadir, Miraç, Regaip ve Berat gecelerinde veya sünnet, evlenme, ölüm, deprem gibi önemli olaylar vesilesiyle yapılmaya başlanmış ve toplumsal geleneğimizde yer alan önemli bir dinî-kültürel öğe olmuştur.
Sünni İslam dünyasında devlet düzeyinde ilk mevlit töreni 1207 yılında Fatımiler döneminde, Selahaddin Eyyubi'nin eniştesi ve Erbil atabeyi Melik Muzafferuddin Gökbörü tarafından tertiplenmiştir. Uzun hazırlıklarla düzenlenen merasimler, bütün halkı kapsayan bir şekilde düzenlenirdi. Daha sonraları Mekke'de ve diğer İslam ülkelerinde de benzeri merasimler yapılmış, bu merasimler Osmanlıların bir döneminde doruk noktasına ulaşmıştır.
Mekke’de, Mekkeliler, her sene Rebiulevvel ayının 12’sinde akşam namazını Mescid-i Haram’da kıldıktan sonra, cemaatle birlikte peygamberimizin doğum yeri olan Mescit’e gidip, yatsı namazını burada kılmayı âdet edinmişlerdir. Mevlit gecesi münasebetiyle Mekkeliler birbirleri ile tebrikleşir; misafirlerine tatlı ikram ederler. Medine ahalisi de mevlit gecelerini Mescid-i Nebevi’de geçirirler, birbirlerine ikramda bulunurlar. Halk o gün temiz ve yeni elbiselerini giyerek bir bayram havası içinde geçirirler. Zamanımızda mevlit kutlamaları birçok İslam ülkesinde kutlandığı gibi, ülkemizde de bu amaçla özel programlar uygulanmaktadır.
Hz. Peygamber zamanında ve ondan sonraki birkaç asır boyunca kutlanmayan mevlidin dinî açıdan meşruiyeti İslam âlimleri arasında tartışılmıştır. Mevlit okuma ve okutmanın bidat olduğu şeklinde birtakım iddialar gündeme getirilmiştir. Zira Rasulüllah devrinde ve ona son derece bağlı olan ashap ve tabiin (Selef) zamanında kutlanmadığını, dolayısıyla bidat olduğunu söyleyenler mevcut uygulamalara şiddetle karşı çıkmıştır. Esasen mevlit kutlamasının bizzat kendisine değil bu vesileyle işlenen kötülüklere karşı çıkılmıştır. Mevlide karşı olan âlimlerin bu yaklaşımlarında kendi zamanlarındaki kutlamalarda görülen olumsuz davranışların rolü vardır.