Tabii ki, insanın yaratılıştan getirdiği duygular, kolay kalkmıyor ortadan. Hele de arkasında onu desteklemiş, derinleştirmiş bir altyapı ve asırlara dayanan köklü ve benimsenmiş bir birikim varsa… Bu sebeple, yavaş yavaş, alıştıra alıştıra, sinsice geliştirilmiş çabalar gerekiyor. Önce iffet, hayâ, edep duyguları zayıflatılıyor. Bu duygular öylesine zayıflatılıyor ki, onları ifade eden kelimeler bile dilimizden alınıyor ve unutturuluyor.
Bu insani duyguların, aslında gericilik, ilkellik ve gelişmemişlik olduğu vurgulanıyor. “Ayıp!” duygusu ayıplanıyor. “Günah” inancına saldırılıyor. ”Utanmak da neymiş!” deniliyor. Sonra da bu duyguların dışa yansıyan görüntüleri, fazlalık ve gereksizlik gibi gösteriliyor.
Mesela başörtüsü, uzun etek, karşı cinsler arasındaki iletişimde mesafeli, dikkatli, tedbirli olmak gibi hususlar yerden yere vuruluyor. Mesela; “Kılık kıyafetle namus mu olur?”, “Karşı cinsten bir arkadaşı olmak neden kötü olsun!”, “Bu yaşta bu tesettür, neden ki!” gibi yaklaşımlarla kafalar karıştırılıyor. Açık saçıklık ise medeniyet, ilericilik, modernlik olarak dayatılıyor. Kısacası, o meşhur ve meş’um kural uygulanıyor: “Kur’an’ı kapatın, kadınları açın!”
Aslında, olumsuzlukların sökün etmesi için sadece Kur’an-ı Kerim’i kapatmak yetiyor. Zira Kur’an kapatılınca, ne kadar açık olması gereken varsa, kapanıyor; kapalı olması gereken her şey de, sonuna kadar açılıyor. Kapılar helâl olanlara kapalı, haramlara açık hale geliyor. Allâh Teâlâ Kur’an’da; “Ey müminler! Ahiret için azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının.” (Bakara: 2/197) buyurarak kendi sınırlarını muhafazaya çağırırken insanlar, Allâh’tan gayrı her şeyden korkarak her cürmü işleme konusunda cüretkâr davranabiliyorlar. Oysa “(Ey kullarım!) O şeytan sizi ancak kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın, eğer mümin iseniz, Benden korkun.” (Âl-i İmran, 175) “İnsanlardan korkmayın, Benden korkun.” (Mâide, 44) “Yalnız Benden korkun.” (Bakara, 40) gibi uyarılarla kullarını, akıllarını başlarına toplamaya davet ediyor.
İşte bu nedenledir ki, hayatın iman-ahlâk-bilgi ve teslimiyet temeline oturması gerekiyor. Bu temellere oturmayan tavır, tutum ve semboller, sağlıklı ve uzun ömürlü olmuyor. Mesela, başını örten bir kızımız asıl örtmesi gereken yerlerini açıyor. Ya da, tesettür aracı olan başörtüsünü dikkat çekme vesilesi yapıyor.
İffet, edep, hayâ bir duruştur, tavırdır. Bu asil duruşun dışa yansıyan ahlakı ve halleri vardır. Derûni dünyaları örtülmüş olan erkek ve kadınlar, dışlarına ve bedenlerine de bu güzelliği yansıtırlar, yansıtmalıdırlar. Dolayısıyla, içi örtülmemiş olanın dışındaki örtü, anlamsızdır, iğretidir ve kendisinden beklenen tavrı göstermekten çok uzaktır ve varken bile yok gibidir. Çünkü maddesiyle var oluşu, manası ve ahlakıyla da var olmasını gerektirmiyor.
Bedenin örtüsü, iç dünya örtüsü olan hayânın, iffetin ve edebin dış dünyada görülen sembolüdür. Tesettürün kökü içeridedir; önce içerideki başlar örtünmeli. Önce günahlara karşı nefsin hoyrat ve gemlenemez arzularına fren yapmalı. “Nefis olanca şiddetiyle kötülüğü emreder.” buyuruluyor (Yusuf: 53) âyetinde…
Rabbimiz gözlerimizi açıp kapatıncaya kadar bizleri nefislerimizle baş başa bırakmasın ve bize verdiği lütuflardan bizleri mahrum bırakmasın. (Âmin)
Bu insani duyguların, aslında gericilik, ilkellik ve gelişmemişlik olduğu vurgulanıyor. “Ayıp!” duygusu ayıplanıyor. “Günah” inancına saldırılıyor. ”Utanmak da neymiş!” deniliyor. Sonra da bu duyguların dışa yansıyan görüntüleri, fazlalık ve gereksizlik gibi gösteriliyor.
Mesela başörtüsü, uzun etek, karşı cinsler arasındaki iletişimde mesafeli, dikkatli, tedbirli olmak gibi hususlar yerden yere vuruluyor. Mesela; “Kılık kıyafetle namus mu olur?”, “Karşı cinsten bir arkadaşı olmak neden kötü olsun!”, “Bu yaşta bu tesettür, neden ki!” gibi yaklaşımlarla kafalar karıştırılıyor. Açık saçıklık ise medeniyet, ilericilik, modernlik olarak dayatılıyor. Kısacası, o meşhur ve meş’um kural uygulanıyor: “Kur’an’ı kapatın, kadınları açın!”
Aslında, olumsuzlukların sökün etmesi için sadece Kur’an-ı Kerim’i kapatmak yetiyor. Zira Kur’an kapatılınca, ne kadar açık olması gereken varsa, kapanıyor; kapalı olması gereken her şey de, sonuna kadar açılıyor. Kapılar helâl olanlara kapalı, haramlara açık hale geliyor. Allâh Teâlâ Kur’an’da; “Ey müminler! Ahiret için azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının.” (Bakara: 2/197) buyurarak kendi sınırlarını muhafazaya çağırırken insanlar, Allâh’tan gayrı her şeyden korkarak her cürmü işleme konusunda cüretkâr davranabiliyorlar. Oysa “(Ey kullarım!) O şeytan sizi ancak kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın, eğer mümin iseniz, Benden korkun.” (Âl-i İmran, 175) “İnsanlardan korkmayın, Benden korkun.” (Mâide, 44) “Yalnız Benden korkun.” (Bakara, 40) gibi uyarılarla kullarını, akıllarını başlarına toplamaya davet ediyor.
İşte bu nedenledir ki, hayatın iman-ahlâk-bilgi ve teslimiyet temeline oturması gerekiyor. Bu temellere oturmayan tavır, tutum ve semboller, sağlıklı ve uzun ömürlü olmuyor. Mesela, başını örten bir kızımız asıl örtmesi gereken yerlerini açıyor. Ya da, tesettür aracı olan başörtüsünü dikkat çekme vesilesi yapıyor.
İffet, edep, hayâ bir duruştur, tavırdır. Bu asil duruşun dışa yansıyan ahlakı ve halleri vardır. Derûni dünyaları örtülmüş olan erkek ve kadınlar, dışlarına ve bedenlerine de bu güzelliği yansıtırlar, yansıtmalıdırlar. Dolayısıyla, içi örtülmemiş olanın dışındaki örtü, anlamsızdır, iğretidir ve kendisinden beklenen tavrı göstermekten çok uzaktır ve varken bile yok gibidir. Çünkü maddesiyle var oluşu, manası ve ahlakıyla da var olmasını gerektirmiyor.
Bedenin örtüsü, iç dünya örtüsü olan hayânın, iffetin ve edebin dış dünyada görülen sembolüdür. Tesettürün kökü içeridedir; önce içerideki başlar örtünmeli. Önce günahlara karşı nefsin hoyrat ve gemlenemez arzularına fren yapmalı. “Nefis olanca şiddetiyle kötülüğü emreder.” buyuruluyor (Yusuf: 53) âyetinde…
Rabbimiz gözlerimizi açıp kapatıncaya kadar bizleri nefislerimizle baş başa bırakmasın ve bize verdiği lütuflardan bizleri mahrum bırakmasın. (Âmin)