Karar Gazetesi yazarı Elif Çakır Fetö 2010’da HSYK’yı nasıl ele geçirdi? Başlıklı yazısında dönemin Adalet Bakanlığı müsteşarı Birol Erdem’in tanık olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ifade doğrultusunda kaleme aldığı yazı;
Karar Gazetesi yazarı Elif Çakır Fetö 2010’da HSYK’yı nasıl ele geçirdi? Başlıklı yazısında dönemin Adalet Bakanlığı müsteşarı Birol Erdem’in tanık olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ifade doğrultusunda kaleme aldığı yazı;
“Bakan Bey ‘Eğer Başbakanımız da uygun görürse seninle çalışmak istiyorum’ diyerek benim düşüncemi sorduğunda, HSYK üyeliğine seçileli bir yıl olduğunu bunun ‘etik’ olmayacağını düşündüğümü söyledim. Sonra da şunu düşündüm. Önümde 2010 HSYK seçim sonuçları ve bu yapının mensuplarının yargıyı kullanarak yaptıkları vardı. Tehlike adım adım geliyordu ve birşeyler yapılması gerekiyordu. Ben ise HSYK 2’nci Dairesi’nde elim kolum bağlı oturuyordum.. Gelen tehlikeyi fark eden birisi olarak, bu yapıyla mücadele edebilmek için Bakan Bey’e ‘Onur duyarım’ dedim.”
Birol Erdem, Adalet Bakanlığı müsteşarlığı görevini neden kabul ettiğini savcılıktaki ifadesinde böyle anlatıyor.
***
Adalet Bakanlığı eski müsteşarı Birol Erdem’e göre Türkiye’de vesayet ‘yargı üzerinden’ ve öyle basit bir formülle kurulmuş ki. Bütün yargıyı ele geçirmeye de gerek yok, ‘idari kurumu’ ele geçiren bir anlamda ülkeyi de ele geçiriyor. FETÖ de bunu ilk fark edenlerden!
Birol Erdem şöyle anlatıyor:
“Türkiye 2010 referandumunda aynı zamanda büyük bir fırsatı kaçırmış oldu. Yargıtay ve Danıştay kanunlarında yapacağımız birer maddelik değişiklikle ve HSYK seçim sisteminde getirmeye çalıştığımız ‘tek oy’ sistemi, yargı içerisindeki çeteleşmeyi, yargının tek kesimin eline geçmesinin önüne geçmiş olacaktık. HSYK’yı ele geçiren, Yargıtay’ı, Danıştay’ı, Anayasa Mahkemesi’ni, Yüksek Seçim Kurulu’nu ele geçirmiş oluyordu. Ve bütün bunlar sadece HSYK seçimine dair 82 Anayasası’ndaki bir kanun boşluğundan kaynaklanıyordu. Biz bunu değiştirelim, kanundaki belirsizliği kaldıralım ve yargı içinde çeteleşmenin önüne geçelim istedik. Ancak kıyametler koptu, Anayasa Mahkemesi de “tek oy” maddesini iptal etti.”
Anayasa Mahkemesi’nin HSYK’ya üye seçimiyle ilgili ‘tek oy’ maddesini iptal etmesi, ‘vesayetle mücadele eden’ hükümeti bir anlamda ‘cemaatle!’ ittifaka zorlamış:
Birol Erdem, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’ndaki ifadesinde o günleri şöyle anlatıyor:
“Önümüzde 2010 HSYK seçimleri ve karşımızda da örgütlü yapı olarak YARSAV duruyordu.
Bunun karşısında hareket edecek bir birlikteliğe ihtiyaç vardı. Yargıtay üyesi Nihat Ömeroğlu aynı zamanda Demokrat Yargı Derneği üyesiydi, çözüme yönelik toplantılar yaptık ancak çözümsüz kaldı. Demokrat Yargı ile yürütülen görüşmelerden bir sonuç alamayınca müsteşar bey İbrahim Okur ile beni çağırdı ve ‘Seçimlere önderlik yapacağız’ dedi. Biz bunun üzerine çalışmaya başladık. Adli ve idari yargıda, Danıştay’da Yargıtay’da kimler var, kimleri aday gösterebiliriz diye baktık. Bu sırada ‘cemaat mensubu arkadaşlar’ geldiler ve ‘Biz yargı içerisinde güçlüyüz’ diyerek, önemli bir potansiyele sahip olduklarını hatta yargı içinde YARSAV’ın üye sayısı ile (YARSAV 1500-2000 civarında) neredeyse eşit olduklarını söylediler. İttifak yaparsak vesayetin biteceğini ve YARSAV’ı seçimde gömeceklerini ifade ettiler.”
Birol Erdem: “O günü hatırlıyorum. Anlattıklarını ağzımız açık dinledik. Ancak tedirgin de olduk. Çünkü anlattıkları şeyler akıl alır gibi değildi. YARSAV’ı nasıl manipüle ettiklerini, ele geçirdiklerini, YARSAV’ın içinde 400 arkadaşlarının olduğunu, ki genel kurul toplantılarına 500-600 civarında hakim ve savcının geldiğini, bu sayının en fazla 700’e ulaştığını rakamlarla anlattılar. Ömer Faruk Eminaoğlu’nu tereyağından kıl çeker gibi nasıl devre dışı bıraktıklarını, isterlerse YARSAV’da her türlü yönetim değişliğini yapabileceklerini anlattılar. Hatta kendilerine inanmamız için Murat Aslan’ı getirdiler ve tanıştırdılar. İbrahim Okur ile tedirgin olmakla birlikte bizlere kan kusturan YARSAV’dan kurtulma ve yargı içindeki vesayet çetesinden kurtulma imkanı vardı.”
“Biz kendilerine ısrarla, yargıyı tek bir grubun eline geçirmeyecek bir çoğulculuğu savunduğumuzun altını çizdik. Tedbir alırsak bu tedirginliğimizi bertaraf edebilirdik. Görüşmeler ilerlemeye başlayınca, aday listesinin çoğunluğunun kendi arkadaşlarından oluşmasını istemeye başladılar. Biz de itiraz ettik. Aday belirleme toplantılarının bir kısmına ben de katıldım. Celal Avar, Halil Koç, Hayrettin Türe, Harun Kodalak, İsmail Aydın gibi yargı camiası içerisinde saygınlığı olan ve sevilen isimleri aday listesine yazdık. ‘Cemaatin’ listeye yazdırdığı isimlerin karşısına daha nitelikli isimler çıkartırsak seçimlerde onları bertaraf edebileceğimizi düşündük, çünkü ben bu yapının mensubu adaylara asla kazanma şansı vermiyordum...”
“Ancak 2010 HSYK seçimleri bizi şaşkınlığa uğrattı. Malum çevreye mensup kişilerin herkesin oyunu alırken, kendi oylarını listeye vermedikleri ortaya çıktı. O kadar ince hesapla yapmışlardı ki... 2010 HSYK seçimleri benim açımdan şunu ortaya koymuştu; asla göründükleri gibi değillerdi. Söz konusu kendileriyse başkaları ile yaptıkları sözleşmenin, ahitlerin, yeminlerin hiçbir kıymeti yoktu.”
“Esasan takiyye diyebileceğimiz bu tür davranışları biz bunlarda 28 Şubat dönemlerinde görmüştük ancak takiye bunlarda inançlarından dolayı dışlanmamak için başvurdukları bir tedbir yöntemi değil, hayatlarının ana kuralıymış! 2004 yılından sonra bunlara mesafe koymam bu yüzdendi. Ancak 2010 HSYK seçimlerinde yaptıkları bu hile beni artık daha emin hale getirdi.”
Birol Erdem’in ifade tutanakları ve bana anlattıklarıyla birlikte tarihe kayıt düşebilmek için yarına da devam...
Karar Gazetesi yazarı Elif Çakır Fetö 2010’da HSYK’yı nasıl ele geçirdi? Başlıklı yazısında dönemin Adalet Bakanlığı müsteşarı Birol Erdem’in tanık olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ifade doğrultusunda kaleme aldığı yazı;
“Bakan Bey ‘Eğer Başbakanımız da uygun görürse seninle çalışmak istiyorum’ diyerek benim düşüncemi sorduğunda, HSYK üyeliğine seçileli bir yıl olduğunu bunun ‘etik’ olmayacağını düşündüğümü söyledim. Sonra da şunu düşündüm. Önümde 2010 HSYK seçim sonuçları ve bu yapının mensuplarının yargıyı kullanarak yaptıkları vardı. Tehlike adım adım geliyordu ve birşeyler yapılması gerekiyordu. Ben ise HSYK 2’nci Dairesi’nde elim kolum bağlı oturuyordum.. Gelen tehlikeyi fark eden birisi olarak, bu yapıyla mücadele edebilmek için Bakan Bey’e ‘Onur duyarım’ dedim.”
Birol Erdem, Adalet Bakanlığı müsteşarlığı görevini neden kabul ettiğini savcılıktaki ifadesinde böyle anlatıyor.
***
Adalet Bakanlığı eski müsteşarı Birol Erdem’e göre Türkiye’de vesayet ‘yargı üzerinden’ ve öyle basit bir formülle kurulmuş ki. Bütün yargıyı ele geçirmeye de gerek yok, ‘idari kurumu’ ele geçiren bir anlamda ülkeyi de ele geçiriyor. FETÖ de bunu ilk fark edenlerden!
Birol Erdem şöyle anlatıyor:
“Türkiye 2010 referandumunda aynı zamanda büyük bir fırsatı kaçırmış oldu. Yargıtay ve Danıştay kanunlarında yapacağımız birer maddelik değişiklikle ve HSYK seçim sisteminde getirmeye çalıştığımız ‘tek oy’ sistemi, yargı içerisindeki çeteleşmeyi, yargının tek kesimin eline geçmesinin önüne geçmiş olacaktık. HSYK’yı ele geçiren, Yargıtay’ı, Danıştay’ı, Anayasa Mahkemesi’ni, Yüksek Seçim Kurulu’nu ele geçirmiş oluyordu. Ve bütün bunlar sadece HSYK seçimine dair 82 Anayasası’ndaki bir kanun boşluğundan kaynaklanıyordu. Biz bunu değiştirelim, kanundaki belirsizliği kaldıralım ve yargı içinde çeteleşmenin önüne geçelim istedik. Ancak kıyametler koptu, Anayasa Mahkemesi de “tek oy” maddesini iptal etti.”
Anayasa Mahkemesi’nin HSYK’ya üye seçimiyle ilgili ‘tek oy’ maddesini iptal etmesi, ‘vesayetle mücadele eden’ hükümeti bir anlamda ‘cemaatle!’ ittifaka zorlamış:
Birol Erdem, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’ndaki ifadesinde o günleri şöyle anlatıyor:
“Önümüzde 2010 HSYK seçimleri ve karşımızda da örgütlü yapı olarak YARSAV duruyordu.
Bunun karşısında hareket edecek bir birlikteliğe ihtiyaç vardı. Yargıtay üyesi Nihat Ömeroğlu aynı zamanda Demokrat Yargı Derneği üyesiydi, çözüme yönelik toplantılar yaptık ancak çözümsüz kaldı. Demokrat Yargı ile yürütülen görüşmelerden bir sonuç alamayınca müsteşar bey İbrahim Okur ile beni çağırdı ve ‘Seçimlere önderlik yapacağız’ dedi. Biz bunun üzerine çalışmaya başladık. Adli ve idari yargıda, Danıştay’da Yargıtay’da kimler var, kimleri aday gösterebiliriz diye baktık. Bu sırada ‘cemaat mensubu arkadaşlar’ geldiler ve ‘Biz yargı içerisinde güçlüyüz’ diyerek, önemli bir potansiyele sahip olduklarını hatta yargı içinde YARSAV’ın üye sayısı ile (YARSAV 1500-2000 civarında) neredeyse eşit olduklarını söylediler. İttifak yaparsak vesayetin biteceğini ve YARSAV’ı seçimde gömeceklerini ifade ettiler.”
Birol Erdem: “O günü hatırlıyorum. Anlattıklarını ağzımız açık dinledik. Ancak tedirgin de olduk. Çünkü anlattıkları şeyler akıl alır gibi değildi. YARSAV’ı nasıl manipüle ettiklerini, ele geçirdiklerini, YARSAV’ın içinde 400 arkadaşlarının olduğunu, ki genel kurul toplantılarına 500-600 civarında hakim ve savcının geldiğini, bu sayının en fazla 700’e ulaştığını rakamlarla anlattılar. Ömer Faruk Eminaoğlu’nu tereyağından kıl çeker gibi nasıl devre dışı bıraktıklarını, isterlerse YARSAV’da her türlü yönetim değişliğini yapabileceklerini anlattılar. Hatta kendilerine inanmamız için Murat Aslan’ı getirdiler ve tanıştırdılar. İbrahim Okur ile tedirgin olmakla birlikte bizlere kan kusturan YARSAV’dan kurtulma ve yargı içindeki vesayet çetesinden kurtulma imkanı vardı.”
“Biz kendilerine ısrarla, yargıyı tek bir grubun eline geçirmeyecek bir çoğulculuğu savunduğumuzun altını çizdik. Tedbir alırsak bu tedirginliğimizi bertaraf edebilirdik. Görüşmeler ilerlemeye başlayınca, aday listesinin çoğunluğunun kendi arkadaşlarından oluşmasını istemeye başladılar. Biz de itiraz ettik. Aday belirleme toplantılarının bir kısmına ben de katıldım. Celal Avar, Halil Koç, Hayrettin Türe, Harun Kodalak, İsmail Aydın gibi yargı camiası içerisinde saygınlığı olan ve sevilen isimleri aday listesine yazdık. ‘Cemaatin’ listeye yazdırdığı isimlerin karşısına daha nitelikli isimler çıkartırsak seçimlerde onları bertaraf edebileceğimizi düşündük, çünkü ben bu yapının mensubu adaylara asla kazanma şansı vermiyordum...”
“Ancak 2010 HSYK seçimleri bizi şaşkınlığa uğrattı. Malum çevreye mensup kişilerin herkesin oyunu alırken, kendi oylarını listeye vermedikleri ortaya çıktı. O kadar ince hesapla yapmışlardı ki... 2010 HSYK seçimleri benim açımdan şunu ortaya koymuştu; asla göründükleri gibi değillerdi. Söz konusu kendileriyse başkaları ile yaptıkları sözleşmenin, ahitlerin, yeminlerin hiçbir kıymeti yoktu.”
“Esasan takiyye diyebileceğimiz bu tür davranışları biz bunlarda 28 Şubat dönemlerinde görmüştük ancak takiye bunlarda inançlarından dolayı dışlanmamak için başvurdukları bir tedbir yöntemi değil, hayatlarının ana kuralıymış! 2004 yılından sonra bunlara mesafe koymam bu yüzdendi. Ancak 2010 HSYK seçimlerinde yaptıkları bu hile beni artık daha emin hale getirdi.”
Birol Erdem’in ifade tutanakları ve bana anlattıklarıyla birlikte tarihe kayıt düşebilmek için yarına da devam...