Müzik ruhun gıdasıdır denilmektedir, mutluluğumuzu, acılarımızı, neşemizi, sevgimizi, gurbeti, sıla özlemini kısacası her türlü duygularımızı müzikle dile getirmekteyiz, Aşık Veysel’in dediği gibi Türk’üz, türkü çığırırız biz.” Dağ başında koyun ve keçilerini otlatan çobanımız yalnızlığını kaval çalarak ve türkü çığırarak unutur. Türkülerimiz buram buram Türklük kokar ve nesilden nesle aktarılır, bazen uzun hava veya bozlakla hüzünlenir, Karacaoğlan’la düşüncelere dalar bazen de bozkır havası ile neşeleniriz. Rumeli’den ta Altay’lara, Kerkük’ten Uygur’lara kadar tüm Türk dünyasında hasret türküleri söylenir, özlemler ve kavuşma arzuları dile getirilir.
Türk müziği ilk defa Orta Asya’da gelişti, Anadolu Selçuklu ve Osmanlılar zamanında iyice tarzını belirlemiş, Cumhuriyet döneminde ise gelişmiştir. Geleneksel Türk Müziği, Osmanlı döneminde halk ve saray çevresinde ikiye ayrılmıştır. Şehirlerde, saray ve konaklarda beste, semai, şarkı, camilerde ezan, sala, dua, tekbir, temcit, münacat, tekkelerde: naat, ayin, durak, ilahi, nefes, niyaz, köylerde: Türkü, bozlak, uzun hava, zeybek, oyun havası, sınır boylarında serhat türküsü kışlalarda ise mehter müziği olarak çok çeşitlilik arz etmektedir. Halk müziği ile Klasik Türk müziği arasında bağ vardır, aynı makamlar ikisinde de kullanılmaktadır. Türk Halk Müziğinden genellikle gurbet, ayrılık, hasret, ölüm, yiğitlik, düğün, aşk gibi konular işlenir. Klasik Türk Müziği, Osmanlı topraklarında gelişmiştir, Enderun Musiki Mektebi ve özel meşkhanelerde belli kurallara kavuşmuştur, geniş bir kültürün eseridir, bizim müzik bilgimiz ve kültürümüz yeterli olmadığından anlayamıyoruz. Meraga’lı Abdulkadir’in eserleri yedi yüz yıldan beri günümüzde de seslendirilmektedir. Klasik Batı Müziği, Cumhuriyet döneminde gelişmiştir, 1924 yılında Ankara’da Musiki Muallim Mektebi kuruldu, Osmanlı sarayındaki müzik topluluğu Ankara’ya getirilerek Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası kuruldu, İstanbul’daki Darrültalimi Musiki Okulu, Konservatuara çevrildi, çok sesli müzik sistemine geçildi. Batılılaşma uğruna bu yıllarda radyoda Türk Sanat Müziği çalınması yasaklandı. Oysa Sultan 2. Abdülhamit Han batılaşma için “ Saz ile caz arasında sıkıştık kaldık.” diyordu.
Arabesk müzik, Arap tarzı müzik demektir, Arap ezgilerinden esinlenen bir Türk müzik türüdür, umutsuz aşk ve günlük dertleri konu edinir. Fantezi müzik, Türkiye’ye özgü bir müzik türüdür, daha çok popüler yorumunu kapsar. Gençliği, dejenere etmenin yollarından biri de müzik alanında ne olduğu bellisiz ve gençliği uyuşturan müzik türleridir. 12 Eylül 1980’den sonra Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Sivas’a gönderiliyor ve bir sinema salonunda yerlerini alıyorlar, seyirci gelmeyince asker yoldan topladığı vatandaşları sinemaya tıkıyor, kapıları kapatıyor ve silah zoruyla Mozart’ı, çok sesli müziği, opera parçalarını dinletiyor. Konser bitince kapılar açılıyor, vatandaşlar kendini dışarı atınca T.V. muhabiri bir vatandaşı mikrofonu uzatıyor ve konser hakkındaki düşüncelerini soruyor. Saz, davul ve zurnadan başka bir müzik bilmeyen bizim Sivaslı vatandaş düşüncesini bir cümle ile açıklıyor: “ Vallahi, gardaş, Sivas Sivas olalı, Timurlenk’ten beri böyle bir zulüm görmedi.”
Müziğin evrensel olduğunu söylüyorlar, şunu da unutmamak gerekir ki her milletin müziği ve kullandığı müzik aletleri de farklıdır çünkü bizim duygularımız, düşüncelerimiz, kulak ve beyin yapımız farklıdır. Şüphesiz ki bazı milletlerin müziği de zengindir ama bizim müzik kültürümüz de çok zengindir, repertuarlarımızda on binlerce eser vardır, Itrı, Hamamizade, v.s. ölümsüz eserler bırakmışlardır, müzik sadece ruhun terbiyesinde değil ruh hastalıklarının da tedavisinde kullanılmıştır.
Türk müziği ilk defa Orta Asya’da gelişti, Anadolu Selçuklu ve Osmanlılar zamanında iyice tarzını belirlemiş, Cumhuriyet döneminde ise gelişmiştir. Geleneksel Türk Müziği, Osmanlı döneminde halk ve saray çevresinde ikiye ayrılmıştır. Şehirlerde, saray ve konaklarda beste, semai, şarkı, camilerde ezan, sala, dua, tekbir, temcit, münacat, tekkelerde: naat, ayin, durak, ilahi, nefes, niyaz, köylerde: Türkü, bozlak, uzun hava, zeybek, oyun havası, sınır boylarında serhat türküsü kışlalarda ise mehter müziği olarak çok çeşitlilik arz etmektedir. Halk müziği ile Klasik Türk müziği arasında bağ vardır, aynı makamlar ikisinde de kullanılmaktadır. Türk Halk Müziğinden genellikle gurbet, ayrılık, hasret, ölüm, yiğitlik, düğün, aşk gibi konular işlenir. Klasik Türk Müziği, Osmanlı topraklarında gelişmiştir, Enderun Musiki Mektebi ve özel meşkhanelerde belli kurallara kavuşmuştur, geniş bir kültürün eseridir, bizim müzik bilgimiz ve kültürümüz yeterli olmadığından anlayamıyoruz. Meraga’lı Abdulkadir’in eserleri yedi yüz yıldan beri günümüzde de seslendirilmektedir. Klasik Batı Müziği, Cumhuriyet döneminde gelişmiştir, 1924 yılında Ankara’da Musiki Muallim Mektebi kuruldu, Osmanlı sarayındaki müzik topluluğu Ankara’ya getirilerek Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası kuruldu, İstanbul’daki Darrültalimi Musiki Okulu, Konservatuara çevrildi, çok sesli müzik sistemine geçildi. Batılılaşma uğruna bu yıllarda radyoda Türk Sanat Müziği çalınması yasaklandı. Oysa Sultan 2. Abdülhamit Han batılaşma için “ Saz ile caz arasında sıkıştık kaldık.” diyordu.
Arabesk müzik, Arap tarzı müzik demektir, Arap ezgilerinden esinlenen bir Türk müzik türüdür, umutsuz aşk ve günlük dertleri konu edinir. Fantezi müzik, Türkiye’ye özgü bir müzik türüdür, daha çok popüler yorumunu kapsar. Gençliği, dejenere etmenin yollarından biri de müzik alanında ne olduğu bellisiz ve gençliği uyuşturan müzik türleridir. 12 Eylül 1980’den sonra Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Sivas’a gönderiliyor ve bir sinema salonunda yerlerini alıyorlar, seyirci gelmeyince asker yoldan topladığı vatandaşları sinemaya tıkıyor, kapıları kapatıyor ve silah zoruyla Mozart’ı, çok sesli müziği, opera parçalarını dinletiyor. Konser bitince kapılar açılıyor, vatandaşlar kendini dışarı atınca T.V. muhabiri bir vatandaşı mikrofonu uzatıyor ve konser hakkındaki düşüncelerini soruyor. Saz, davul ve zurnadan başka bir müzik bilmeyen bizim Sivaslı vatandaş düşüncesini bir cümle ile açıklıyor: “ Vallahi, gardaş, Sivas Sivas olalı, Timurlenk’ten beri böyle bir zulüm görmedi.”
Müziğin evrensel olduğunu söylüyorlar, şunu da unutmamak gerekir ki her milletin müziği ve kullandığı müzik aletleri de farklıdır çünkü bizim duygularımız, düşüncelerimiz, kulak ve beyin yapımız farklıdır. Şüphesiz ki bazı milletlerin müziği de zengindir ama bizim müzik kültürümüz de çok zengindir, repertuarlarımızda on binlerce eser vardır, Itrı, Hamamizade, v.s. ölümsüz eserler bırakmışlardır, müzik sadece ruhun terbiyesinde değil ruh hastalıklarının da tedavisinde kullanılmıştır.