Günümüz dünyasında yaşadığımız senaryolara karşı Mevlana’nın muhteşem bir öğüdü var: “Allah’tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allâh’ın lütfundan mahrumdur. Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur. İçine kasavetten, gussâdan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir. Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur: Yine edepten dolayı melekler mâsum ve tertemiz olmuşlardır.”
Zamanımızda büyük bir tersliğe şahit oluyoruz; çağımız iletişim çağıdır ve insanlarla aramızda olması gereken iletişim her şekilde daha kolay ve hızlı olması gerekirken maalesef iletişim bozuldu, koptu, ya da dumûra uğradı. Zira iletişimden almamız ve anlamamız gereken rahmet boyutunu alamadık ve anlayamadık, onu menfi bir takım düşünce ve eylemlerimizi gerçekleştirmek için kullandık… Montajlarla, “kopyala-yapıştır”larla, dinleme cihazları ve casusluk aletleriyle, kodlama ve kodlar üzerinde oynamalarla ve daha bilmem nice taktiklerle birbirimizi ele verecek, kuyu kazacak işler için kullanır olduk teknoloji nimetlerini ve iletişimi…
Böylece, biz birbirimize yabancı olduk, birbirimizi yanlış anlıyoruz ve farklı dilleri konuşuyoruz, birbirimizle tartışıyoruz, tehdit ediyoruz, saldırıyoruz. Birbirimizle çekişme, savaşma, çarpışma, farklılaşma var, birbirimize düşman olduk. Selamlaşmamak var ve birbirimizi sevmek istemiyoruz, birbirimize yardım, hizmet, ilham vermek istemiyoruz. İnsani sıfatları kaybettik, insani duyguları kalplerimizden söküp attık. Dostluk, arkadaşlık duygusu bozuldu. Kısaca, insanlığımızı kaybettik! Hazreti Mevlana’nın söylediği gibi; en değerli insani sıfat olan “edebi” kaybettik ve dolayısıyla dünyayı ateşe vermiş oluyoruz.
Başımıza ne geldiyse Hâk’tandır elbet ama acı olan her ne varsa o da Hâk’ tan ayrılmaktandır. Sevmek için değil de eleştirmek için bahaneler arayan, sahip olduğu nimetleri bu amaçlar için kullanan, hakikatini görmediği halde, görünen her kısmı için nefret söylemi ve eyleminde bulunan, aklını, kalbini, kalıbını… Sahip olduğu bütün melekelerini ve imkânlarını “huzursuzluk çıkarmak ve ene’lerini tatmin için kullanan kimse” cennet beklemesin, rahmet beklemesin, huzur beklemesin!
Bugün bir takım cemaatlerin üyeleri diyorlar ki; “…benim Mürşidim, benim cemaatim, benim çıkardığım dergi, benim vakıfım, benim yaptığım yetimhane veya huzur evi…”, yani, ‘bizim’ derken de benlik duygusu girmiş. İslam dini cemaat dinidir. En büyük sanatımız olan; Allah için sevmek ve Allah için yaşamaktır. Bunu öğrenmedikçe hiç bir şey kazanamıyoruz.
İşler ters yöne gidiyor çünkü menfaat peşindeyiz. Menfaat ilişkileri içinde boğulduktan sonra Hz Ali’nin, Hz. Ebu Bekir’in, Hz. Hatice’nin, Hz. Nesibe’nin, Hz. Hamza’nın, Hz. Bilal’in, Hz. Şems’in, Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (sav)’ya duyduğu muhabbetten ne anlayabiliriz ki? Birbirimize hayranlık duymadan, ilham vermeden, örnek olmadan, hizmet etmeden, hem de canından önde tutmadan, dostluk olamaz. Bugün dostluk üzerine pek çok seminer, bilgi şöleni, TV programları yapılmaktadır. Biz birbirimize karşı korkunç bir uzaklık içindeyken, birbirimizi anlamaz, sevemezken, katıldığımız sohbetlerde Yüce Yaradanımızın ilahi güzelliklerini, marifetlerini ve idrak meyvelerini paylaşmazken, nasıl olur da evliyâullâh’ın aşk cereyanına katılabiliriz?
Zamanımızda büyük bir tersliğe şahit oluyoruz; çağımız iletişim çağıdır ve insanlarla aramızda olması gereken iletişim her şekilde daha kolay ve hızlı olması gerekirken maalesef iletişim bozuldu, koptu, ya da dumûra uğradı. Zira iletişimden almamız ve anlamamız gereken rahmet boyutunu alamadık ve anlayamadık, onu menfi bir takım düşünce ve eylemlerimizi gerçekleştirmek için kullandık… Montajlarla, “kopyala-yapıştır”larla, dinleme cihazları ve casusluk aletleriyle, kodlama ve kodlar üzerinde oynamalarla ve daha bilmem nice taktiklerle birbirimizi ele verecek, kuyu kazacak işler için kullanır olduk teknoloji nimetlerini ve iletişimi…
Böylece, biz birbirimize yabancı olduk, birbirimizi yanlış anlıyoruz ve farklı dilleri konuşuyoruz, birbirimizle tartışıyoruz, tehdit ediyoruz, saldırıyoruz. Birbirimizle çekişme, savaşma, çarpışma, farklılaşma var, birbirimize düşman olduk. Selamlaşmamak var ve birbirimizi sevmek istemiyoruz, birbirimize yardım, hizmet, ilham vermek istemiyoruz. İnsani sıfatları kaybettik, insani duyguları kalplerimizden söküp attık. Dostluk, arkadaşlık duygusu bozuldu. Kısaca, insanlığımızı kaybettik! Hazreti Mevlana’nın söylediği gibi; en değerli insani sıfat olan “edebi” kaybettik ve dolayısıyla dünyayı ateşe vermiş oluyoruz.
Başımıza ne geldiyse Hâk’tandır elbet ama acı olan her ne varsa o da Hâk’ tan ayrılmaktandır. Sevmek için değil de eleştirmek için bahaneler arayan, sahip olduğu nimetleri bu amaçlar için kullanan, hakikatini görmediği halde, görünen her kısmı için nefret söylemi ve eyleminde bulunan, aklını, kalbini, kalıbını… Sahip olduğu bütün melekelerini ve imkânlarını “huzursuzluk çıkarmak ve ene’lerini tatmin için kullanan kimse” cennet beklemesin, rahmet beklemesin, huzur beklemesin!
Bugün bir takım cemaatlerin üyeleri diyorlar ki; “…benim Mürşidim, benim cemaatim, benim çıkardığım dergi, benim vakıfım, benim yaptığım yetimhane veya huzur evi…”, yani, ‘bizim’ derken de benlik duygusu girmiş. İslam dini cemaat dinidir. En büyük sanatımız olan; Allah için sevmek ve Allah için yaşamaktır. Bunu öğrenmedikçe hiç bir şey kazanamıyoruz.
İşler ters yöne gidiyor çünkü menfaat peşindeyiz. Menfaat ilişkileri içinde boğulduktan sonra Hz Ali’nin, Hz. Ebu Bekir’in, Hz. Hatice’nin, Hz. Nesibe’nin, Hz. Hamza’nın, Hz. Bilal’in, Hz. Şems’in, Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (sav)’ya duyduğu muhabbetten ne anlayabiliriz ki? Birbirimize hayranlık duymadan, ilham vermeden, örnek olmadan, hizmet etmeden, hem de canından önde tutmadan, dostluk olamaz. Bugün dostluk üzerine pek çok seminer, bilgi şöleni, TV programları yapılmaktadır. Biz birbirimize karşı korkunç bir uzaklık içindeyken, birbirimizi anlamaz, sevemezken, katıldığımız sohbetlerde Yüce Yaradanımızın ilahi güzelliklerini, marifetlerini ve idrak meyvelerini paylaşmazken, nasıl olur da evliyâullâh’ın aşk cereyanına katılabiliriz?