Seçimler ülkesi olduk. Seçemeyenler de diyebiliriz. Her fırsatta seçim yapıyoruz, sonucunu beğenmediklerimizi yeniliyoruz. Seçime öyle aşina olduk ki, seçimsiz geçen yıl, sıkıcı bir zaman dilimi gibi geliyor.
Malum İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri tekrarlanacak. Seçimin yenilenmesinin nedeni “çaldılar” sloganıyla anlatılmaya çalışılsa da söyleyenlerin kendileri de inanmıyor. Bir de, “Bir şey döndü kesin bir film çevirdiler?” nasıl yaptılar peki? Cevap yok.
Süreç iktidar tarafından kötü yöneltildi. Seçimin başından beri sürekli bir İmamoğlu havası estirildi. İstemeyerek de olsa mağdur adam algısı oluşturuldu. Kötülemek için kullanabildikleri tek cümle çalmış! Peki, nasıl çalmış sorusuna tatmin edici cevap verilemediğinden sanki ters tepiyor, hatta aleyhte çağrışım yaptırıyor.
İşin ilginç tarafı bizzat kendileri de geçmişte benzer mağduriyetleri yaşadıkları ve bunu kullanarak iktidar oldukları halde kendilerine yapılanı başkalarına yaptılar. Böylece rakiplerini kahraman yaptılar. Tavırları yüzünden haftalardır her yerde İmamoğlu koşuluyor.
Bir yandan da rakibe destek veren sanat, spor alanından kişileri de “yalakalık” yapmakla suçluyorlar. Toplum öyle gerginleşti ki rakibi övenler bıçaklanıyor.
**
Artık cümle âlem biliyor ki bu seçim, belediye seçimi olmasından çok öte bir anlam taşıyor. Sadece İstanbul’u ilgilendiren bir seçim olmaktan çıktı. 23 Haziran, yeni sistem ve Cumhur İttifakı için güven oylaması sürecine döndü.
Görünen o ki sandıktan çıkan sonuca razı olmayanlar kazansa da kaybetse de kaybetti. Hak gaspı ve hukuksuzluk kabak gibi sırıtıyor. Denize düştü, son hamleyle ne varsa sarılıyor. Belki de büyük başarısızlığın getireceği mutlak sonu tercih etmeye çalışıyor.
“AK Parti kesinlikle kazanacağından emin olmasaydı seçimi yeniletmezdi” diye düşünülebilir. Doğru olabilir, zaman gösterecek. Kanaatimizce mutlak iktidar olan bir yapının İstanbul’u kaybetme tahammülü ve lüksü asla yoktu. Her ne pahasına olursa olsun şansını yeniden denemek zorundaydı. Deniyor.
Bu seçimde 31 Marttan farklı bir sonuç çıktığı takdirde, kamuoyu tatmin olmayacak. Tartışma ve kamplaşma yıllarca sürecek.
Bazı gruplar yıllardır maddi imkânlarından yararlandıkları belediyenin ellerinden gidecek olmasından rahatsızlar. Hatta bu maddi yardımlar halkın duymasını istenmeyecek kadar çok ki bu verilerin açıklanması mahkeme kararı ile engellendi. Böyle olmamalıydı bilgi halka ulaşılabilmeliydi. Bu da insanların zihnindeki soru işaretlerini arttırıyor.
İşin tuzu biberi olarak önceki gün meclis girişindeki DHKP-C bağlantılı olduğu belirlenen iki kişinin meclise girme teşebbüsü ve bunların CHP İstanbul milletvekilinin misafiri olarak lanse edilmesi olayı başka bir yöne çekiliyor. DHKP-C ile CHP İstanbul seçiminde iş birliğindeydi demek mi istiyorlar?
Ancak kendilerinin bir yandan İmralı’nın PKK avukatı ile görüşmesi “kardeşi Mehmet’in yanına gönderilmesi gibi lafların ne anlama geldiği hiçbir şekilde sorgulanmıyor. Bu yazı kaleme alındığı sırada gece yarısı gündeme düşen Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın bir davadan beraat ettiğine dair haber de seçmen nezdinde, "Kim PKK ile iş birliği yapıyor?" sorusuna verilecek en güzel cevap olacak.
Saadet’i PKK'nın peşine takılmakla suçlayan aziz kardeşlerimizden bu mübarek günde ilkeli duruş bekliyoruz. Yine mi hain biziz yoksa…
Saadet Partimiz her zaman olduğu gibi yine kendine yakışanı yapmıştır. Tarih boyunca" her kesime eşit mesafede yakın eşit mesafede uzak bir parti" ve “her kesimle iş birliği yapan ancak kendi amblemi dışında hiçbir partiye mühür basmayan parti” unvanını korumuştur.
Önce Saadet, CHP, HDP ile beraber oldu, İstanbul'da aday çıkarmadı diye iftira atanlar, şimdi de niye aday çıkardı? diyorlar.
Kimler kimlerle beraber! Herkes PKK'cı vatan haini, sadece kendileri vatanseverdi.
Malum İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri tekrarlanacak. Seçimin yenilenmesinin nedeni “çaldılar” sloganıyla anlatılmaya çalışılsa da söyleyenlerin kendileri de inanmıyor. Bir de, “Bir şey döndü kesin bir film çevirdiler?” nasıl yaptılar peki? Cevap yok.
Süreç iktidar tarafından kötü yöneltildi. Seçimin başından beri sürekli bir İmamoğlu havası estirildi. İstemeyerek de olsa mağdur adam algısı oluşturuldu. Kötülemek için kullanabildikleri tek cümle çalmış! Peki, nasıl çalmış sorusuna tatmin edici cevap verilemediğinden sanki ters tepiyor, hatta aleyhte çağrışım yaptırıyor.
İşin ilginç tarafı bizzat kendileri de geçmişte benzer mağduriyetleri yaşadıkları ve bunu kullanarak iktidar oldukları halde kendilerine yapılanı başkalarına yaptılar. Böylece rakiplerini kahraman yaptılar. Tavırları yüzünden haftalardır her yerde İmamoğlu koşuluyor.
Bir yandan da rakibe destek veren sanat, spor alanından kişileri de “yalakalık” yapmakla suçluyorlar. Toplum öyle gerginleşti ki rakibi övenler bıçaklanıyor.
**
Artık cümle âlem biliyor ki bu seçim, belediye seçimi olmasından çok öte bir anlam taşıyor. Sadece İstanbul’u ilgilendiren bir seçim olmaktan çıktı. 23 Haziran, yeni sistem ve Cumhur İttifakı için güven oylaması sürecine döndü.
Görünen o ki sandıktan çıkan sonuca razı olmayanlar kazansa da kaybetse de kaybetti. Hak gaspı ve hukuksuzluk kabak gibi sırıtıyor. Denize düştü, son hamleyle ne varsa sarılıyor. Belki de büyük başarısızlığın getireceği mutlak sonu tercih etmeye çalışıyor.
“AK Parti kesinlikle kazanacağından emin olmasaydı seçimi yeniletmezdi” diye düşünülebilir. Doğru olabilir, zaman gösterecek. Kanaatimizce mutlak iktidar olan bir yapının İstanbul’u kaybetme tahammülü ve lüksü asla yoktu. Her ne pahasına olursa olsun şansını yeniden denemek zorundaydı. Deniyor.
Bu seçimde 31 Marttan farklı bir sonuç çıktığı takdirde, kamuoyu tatmin olmayacak. Tartışma ve kamplaşma yıllarca sürecek.
Bazı gruplar yıllardır maddi imkânlarından yararlandıkları belediyenin ellerinden gidecek olmasından rahatsızlar. Hatta bu maddi yardımlar halkın duymasını istenmeyecek kadar çok ki bu verilerin açıklanması mahkeme kararı ile engellendi. Böyle olmamalıydı bilgi halka ulaşılabilmeliydi. Bu da insanların zihnindeki soru işaretlerini arttırıyor.
İşin tuzu biberi olarak önceki gün meclis girişindeki DHKP-C bağlantılı olduğu belirlenen iki kişinin meclise girme teşebbüsü ve bunların CHP İstanbul milletvekilinin misafiri olarak lanse edilmesi olayı başka bir yöne çekiliyor. DHKP-C ile CHP İstanbul seçiminde iş birliğindeydi demek mi istiyorlar?
Ancak kendilerinin bir yandan İmralı’nın PKK avukatı ile görüşmesi “kardeşi Mehmet’in yanına gönderilmesi gibi lafların ne anlama geldiği hiçbir şekilde sorgulanmıyor. Bu yazı kaleme alındığı sırada gece yarısı gündeme düşen Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın bir davadan beraat ettiğine dair haber de seçmen nezdinde, "Kim PKK ile iş birliği yapıyor?" sorusuna verilecek en güzel cevap olacak.
Saadet’i PKK'nın peşine takılmakla suçlayan aziz kardeşlerimizden bu mübarek günde ilkeli duruş bekliyoruz. Yine mi hain biziz yoksa…
Saadet Partimiz her zaman olduğu gibi yine kendine yakışanı yapmıştır. Tarih boyunca" her kesime eşit mesafede yakın eşit mesafede uzak bir parti" ve “her kesimle iş birliği yapan ancak kendi amblemi dışında hiçbir partiye mühür basmayan parti” unvanını korumuştur.
Önce Saadet, CHP, HDP ile beraber oldu, İstanbul'da aday çıkarmadı diye iftira atanlar, şimdi de niye aday çıkardı? diyorlar.
Kimler kimlerle beraber! Herkes PKK'cı vatan haini, sadece kendileri vatanseverdi.