“Kötü duygularını kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? Sen (Resûlüm!) ona koruyucu olabilir misin? Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” (Furkân, 25/43-44)
Şu koca kâinatta insanın kendinden kaçabileceği bir yer yoktur. Nefis, kayıtsız yaşamaya çok yatkın olduğu sebebiyledir ki; mayasında hased, fesâd, fitne, tamâh, ihtiras, açgözlülük, dünyevîleşme, yalan, iftirâ, kibir, kîn, öfke, tefrika, gıybet, sû-i zân, zulüm, riyâ, edepsizlik, merhametsizlik, kusur araştırma, helâl ve harâm gibi sınırları tanımama vardır… Bu ve benzeri kötülükler Hak’tan uzak olduğu içindir ki, nefse yakınlaştırılmıştır. Nefsinin peşinden koşan ise, bu kötülüklere yakın olacağından, Hak’tan uzak kalacaktır, haliyle şeytâna uyacaktır.
Hevâ ve heveslerine uyan kimseler, dünyada da âhirette de azâp çekerler. Dünyada çektikleri azap, onları elde etmek istemeleri sebebiyledir. Âhirette çekecekleri azâp ise, onların hesabını verememekten dolayı olacaktır.
Şehvetin yuları, şeytanın elindedir. Dilediği gibi, yularını tuttuğu kimseyi kendine kul-köle yapabilir. Nefislerini güldürmeye, eğlendirmeye çalışanlar, hâliyle kalplerini ağlatacak, yüreklerini dağlayacaklardır.
“…Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevâsına uyandan daha sapık kim olabilir!..” (Kasas, 28/50)
Resûlullâh (s.a.v.), mübârek bir beyânlarında; “ümmetim için üç şeyin işlenmesinden çok korkuyorum: Âlimlerin hatası, zâlim yöneticilerin hükmü ve tâbi olunan hevâ ve hevesler.” (Bezzâr, Taberânî) buyurur.
Nefis, raydan çıkmak isterse, makinisti bahâne etmek beyhûdedir. “Nefis, hayırla meşgul edilmediği sürece, nefs onu bâtıl ile meşgul eder, nefsini şehevî meyillerden men etmeyenin ameli hebâ olur gider” der İmâm-ı Şafii bir sözünde…
Hevâ ve hevesler, karakteri itibariyle edepten uzaktır. Hâlbuki kul edepli olmak ile me’murdur. Yûnus’umuzun ifâdesiyle; “Edeb bir tâc imiş nûr-i Hüdâ’dan, giy ol tâcı, emîn ol her belâdan” dizelerinde, insanda edep ve îman dâimâ iktidâr ve muktedir olmalı, nefs ve hevâ ise hep muhalefet durumunda kalmalıdır. Yerleri değişince, bütün organizmadaki istikrâr bozulur, organlar fesâda uğrar.
“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf, 50/16) “…Kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.” (Necm, 53/32) “(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”(Yûsuf, 12/53) “…Doğrusu birçokları bilgisizce kendi kötü arzularına uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir.” (En’âm, 6/119)
Şu koca kâinatta insanın kendinden kaçabileceği bir yer yoktur. Nefis, kayıtsız yaşamaya çok yatkın olduğu sebebiyledir ki; mayasında hased, fesâd, fitne, tamâh, ihtiras, açgözlülük, dünyevîleşme, yalan, iftirâ, kibir, kîn, öfke, tefrika, gıybet, sû-i zân, zulüm, riyâ, edepsizlik, merhametsizlik, kusur araştırma, helâl ve harâm gibi sınırları tanımama vardır… Bu ve benzeri kötülükler Hak’tan uzak olduğu içindir ki, nefse yakınlaştırılmıştır. Nefsinin peşinden koşan ise, bu kötülüklere yakın olacağından, Hak’tan uzak kalacaktır, haliyle şeytâna uyacaktır.
Hevâ ve heveslerine uyan kimseler, dünyada da âhirette de azâp çekerler. Dünyada çektikleri azap, onları elde etmek istemeleri sebebiyledir. Âhirette çekecekleri azâp ise, onların hesabını verememekten dolayı olacaktır.
Şehvetin yuları, şeytanın elindedir. Dilediği gibi, yularını tuttuğu kimseyi kendine kul-köle yapabilir. Nefislerini güldürmeye, eğlendirmeye çalışanlar, hâliyle kalplerini ağlatacak, yüreklerini dağlayacaklardır.
“…Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevâsına uyandan daha sapık kim olabilir!..” (Kasas, 28/50)
Resûlullâh (s.a.v.), mübârek bir beyânlarında; “ümmetim için üç şeyin işlenmesinden çok korkuyorum: Âlimlerin hatası, zâlim yöneticilerin hükmü ve tâbi olunan hevâ ve hevesler.” (Bezzâr, Taberânî) buyurur.
Nefis, raydan çıkmak isterse, makinisti bahâne etmek beyhûdedir. “Nefis, hayırla meşgul edilmediği sürece, nefs onu bâtıl ile meşgul eder, nefsini şehevî meyillerden men etmeyenin ameli hebâ olur gider” der İmâm-ı Şafii bir sözünde…
Hevâ ve hevesler, karakteri itibariyle edepten uzaktır. Hâlbuki kul edepli olmak ile me’murdur. Yûnus’umuzun ifâdesiyle; “Edeb bir tâc imiş nûr-i Hüdâ’dan, giy ol tâcı, emîn ol her belâdan” dizelerinde, insanda edep ve îman dâimâ iktidâr ve muktedir olmalı, nefs ve hevâ ise hep muhalefet durumunda kalmalıdır. Yerleri değişince, bütün organizmadaki istikrâr bozulur, organlar fesâda uğrar.
“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf, 50/16) “…Kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.” (Necm, 53/32) “(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”(Yûsuf, 12/53) “…Doğrusu birçokları bilgisizce kendi kötü arzularına uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir.” (En’âm, 6/119)