Bir kısım insanlar dine inandıkları halde, Kuran ayetlerinin bazılarını kimi zaman bilinçsizlik, kimi zaman da kendi ürettikleri Kuran dışı bir mantığın etkisiyle bile bile önemsememektedirler. Bunları yaparken, Kuran hükümlerini bilerek gözardı etmenin Allah Katında kendilerine nasıl bir sorumluluk yükleyeceğini ise düşünmemektedirler. Oysa Yüce Allah Kuran ayetlerinde, hükümlerini dikkate almayan kişilerin ahirette azapla karşılaşabileceklerini önemle hatırlatmaktadır.
Bu anlayıştaki kişiler, Kuran dışı bir mantıkla Allah’ın hükümleri arasında bir önem ve öncelik sıralaması yapmışlardır. Daha da önemlisi, bazı hükümleri hayatlarından tamamen çıkarmışlardır. Bu çarpık din anlayışı, bir gelenek haline gelmiş, nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Bu yaygın dine göre, öncelikli ve önemli görülen hükümler ihmal edildiğinde, kişi vicdani bir rahatsızlık duyabilir. Ancak Kuran’da yer almasına rağmen, önemli görülmeyen emir ve yasaklar ihmal edilince kişi bir rahatsızlık hissetmez. Kuran’da farz olduğu bildirilmiş olan birçok konu, “yaparsam sevaptır, yapmazsam da bir şey olmaz” mantığıyla değerlendirilir, yasaklar ise, “Allah nasılsa affeder” düşüncesiyle rahatlıkla çiğnenir.
Oysa Kuran’da böyle bir ölçüden söz edilmemektedir. Namaz, oruç gibi ibadetler nasıl Allah’ın kesin emirleriyse, Kuran’da bildirilen diğer emir ve yasaklar da aynı ölçüde uyulması gereken kesin hükümlerdir.
Bu konuyu şöyle örneklendirebiliriz. Toplumdaki ahlaki baskı nedeniyle zina ya da hırsızlık gibi Kuran’da yasaklanan tavırlardan sakınan bir kişi, dedikodu yapabiliyor, müminlere iftira atabiliyor, yapmayacağı bir şeyi söylüyor, Allah’ın ayetlerini inkar eden insanlarla dostluk kurabiliyorsa mümin karakterini tam olarak yaşadığı söylenemez. Ya da yine vicdanı rahat bir şekilde infak etmiyor, Kuran’da bildirilen vakitlerde Allah’ı tesbih edip hamd etmiyor, Kuran’da tarif edilen diğer tavırlardan sakınmayı kendince önemsiz görüyorsa, bu kimsenin yaşadığı din, tam olarak Kuran’da anlatılan İslam dini değildir. Bu kişi her ne kadar Müslüman olduğunu söylese de, aslında toplumdaki örf ve adetlerden oluşmuş, arasında biraz da İslami motifler bulunan bir ‘gelenekler dini’ni yaşamaktadır. Bu kimselerin en büyük hatası ise Hüküm verenlerin Hakimi olan Yüce Allah’ın emirlerinden bazılarını yerine getiriyor olmalarından dolayı kendilerini yeterli görmeleridir. Allah’ın rızası hedeflenerek yapılan her ibadetin tabi ki karşılığı vardır. Ancak önemli görülmeyerek bir kenara bırakılanların da büyük sorumluluğu vardır. Namazını kılan, zekatını veren bir insan, samimiyetle yaptığı bu ibadetlerin karşılığını Allah’ın izni ile ahirette alacaktır. Ancak Kuran’daki diğer hükümleri bildiği halde önemsemiyor ve yerine getirmiyorsa, bu durumda yaptığı ibadetlerinin de boşa gitme ihtimali olabilir. Bu nedenle, Yüce Allah insanları Kuran’da bu tehlikeye karşı uyarmış ve birçok ayette bu çarpık anlayışı terk etmeye davet etmiştir:
“Ne zaman onlara: “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilse, onlar: “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız” derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?” (Bakara Suresi, 170)
Bu anlayıştaki kişiler, Kuran dışı bir mantıkla Allah’ın hükümleri arasında bir önem ve öncelik sıralaması yapmışlardır. Daha da önemlisi, bazı hükümleri hayatlarından tamamen çıkarmışlardır. Bu çarpık din anlayışı, bir gelenek haline gelmiş, nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Bu yaygın dine göre, öncelikli ve önemli görülen hükümler ihmal edildiğinde, kişi vicdani bir rahatsızlık duyabilir. Ancak Kuran’da yer almasına rağmen, önemli görülmeyen emir ve yasaklar ihmal edilince kişi bir rahatsızlık hissetmez. Kuran’da farz olduğu bildirilmiş olan birçok konu, “yaparsam sevaptır, yapmazsam da bir şey olmaz” mantığıyla değerlendirilir, yasaklar ise, “Allah nasılsa affeder” düşüncesiyle rahatlıkla çiğnenir.
Oysa Kuran’da böyle bir ölçüden söz edilmemektedir. Namaz, oruç gibi ibadetler nasıl Allah’ın kesin emirleriyse, Kuran’da bildirilen diğer emir ve yasaklar da aynı ölçüde uyulması gereken kesin hükümlerdir.
Bu konuyu şöyle örneklendirebiliriz. Toplumdaki ahlaki baskı nedeniyle zina ya da hırsızlık gibi Kuran’da yasaklanan tavırlardan sakınan bir kişi, dedikodu yapabiliyor, müminlere iftira atabiliyor, yapmayacağı bir şeyi söylüyor, Allah’ın ayetlerini inkar eden insanlarla dostluk kurabiliyorsa mümin karakterini tam olarak yaşadığı söylenemez. Ya da yine vicdanı rahat bir şekilde infak etmiyor, Kuran’da bildirilen vakitlerde Allah’ı tesbih edip hamd etmiyor, Kuran’da tarif edilen diğer tavırlardan sakınmayı kendince önemsiz görüyorsa, bu kimsenin yaşadığı din, tam olarak Kuran’da anlatılan İslam dini değildir. Bu kişi her ne kadar Müslüman olduğunu söylese de, aslında toplumdaki örf ve adetlerden oluşmuş, arasında biraz da İslami motifler bulunan bir ‘gelenekler dini’ni yaşamaktadır. Bu kimselerin en büyük hatası ise Hüküm verenlerin Hakimi olan Yüce Allah’ın emirlerinden bazılarını yerine getiriyor olmalarından dolayı kendilerini yeterli görmeleridir. Allah’ın rızası hedeflenerek yapılan her ibadetin tabi ki karşılığı vardır. Ancak önemli görülmeyerek bir kenara bırakılanların da büyük sorumluluğu vardır. Namazını kılan, zekatını veren bir insan, samimiyetle yaptığı bu ibadetlerin karşılığını Allah’ın izni ile ahirette alacaktır. Ancak Kuran’daki diğer hükümleri bildiği halde önemsemiyor ve yerine getirmiyorsa, bu durumda yaptığı ibadetlerinin de boşa gitme ihtimali olabilir. Bu nedenle, Yüce Allah insanları Kuran’da bu tehlikeye karşı uyarmış ve birçok ayette bu çarpık anlayışı terk etmeye davet etmiştir:
“Ne zaman onlara: “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilse, onlar: “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız” derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?” (Bakara Suresi, 170)